9 Şubat 2015

Mozart'ın şehri - Salzburg

Salzburg'un kelime anlamı tuz kalesi. Altında hala tuz madenleri var. Şehirde sadece bu özel tuzu satan dükkanlar bile bulunuyor. Daha da önemlisi Mozart'ın doğduğu şehir Salzburg! Avusturya'nın bu aslında 4.büyük şehri, yine de alıştığımız büyüklükte değil. Ufak ama bir o kadar da sevimli, insanı normal hayatın akışından koparan bir şehir. Hele karda ayrı bir güzel.

Karlar altında Salzburg

Salzburg'a THY'nin direkt seferleri var, ancak biz Münih üzerinden trenle çok rahat ulaştık. Yaklaşık 1 saat süren keyifli bir yolculuk yapabilirsiniz. 

Şehre varınca mutlaka Salzburg kartı alın ki, müzelere girişiniz ve tramvayı kullanmanız ücretsiz olsun.

Şunu özellikle belirtmem gerekiyor: Pazar günleri neredeyse tüm dükkanlar hatta bazı restoranlar bile kapalı. Pazar gününüz gezinizin içinde ise bu günü tarihi yerleri gezmeye ve şehrin sokaklarını keşfe ayırın.

Biz gezimize bir Pazar günü Mozart'ın yaşadığı evden başladık (Mozart Wohnhaus olarak geçiyor) Bu dahinin doğduğu ve yaşadığı evler ayrı evler. Mozart doğduktan sonra ev aileye oldukça küçük geldiği için, bir süre sonra taşınıyorlar. Her iki ev de ziyarete açık. Doğduğu evde kemanı, piyanosu, notları, notaları, kısacası Mozart'ı tanımanız için ne varsa sergileniyor.



Buradan Mirabell bahçelerine kısa bir ziyaret yapıp, kilitlerle bezenmiş yaya köprüsünden nehri geçip eski şehire geçtik. Birçok Avrupa şehrinde kilitlerle kaplı bir köprü görmeniz mümkün. İşin tüm esprisi ya çeşitli dileklerin gerçekleşmesi ya da çiftlerin aşklarını ölümsüzleştirmek için asma kilitleri buraya asıp, anahtarını nehre atması.



Köprüden sonra şehrin herhalde en bilindik caddesi olan Getreidegasse'yi yürümeye başladık.
Cadde üzerindeki dükkanların, buna bilindik markalar da dahil, tabelaları bu caddenin havasına uygun olarak tasarlanmış.

Getreidegasse
Caddenin büyüsü sadece dar ve uzun binaların yanyana uzanmasından veya alışveriş caddesi olmasından kaynaklanmıyor, onun dışında her adımda karşınıza çıkan pasajlar, bu pasajların açıldığı avlular şaşırtıyor.

Sayısız pasaj ve avlulardan bir tanesi

Buralardaki irili ufaklı dükkanlar ve hatta restoranlar, keşfetme isteğinizi daha da arttırıyor. Caddenin başında belediye binasının olduğu meydan, sonunda ise St. Blasius Kilisesi var. Kilisenin hemen sol tarafında oyuncak müzesi (Spielzeug museum) var. Burası çocuklardan çok büyüklere de hitap ediyor, çünkü 19.yy'dan günümüze oyuncakları hatta eski müzik aletlerini burada görmeniz mümkün. Müzenin binası dışardan bakıldığında bir manastırı andırıyor. Müze ilginizi çekmese bile avlusuna bir göz atmanızda fayda var.

Oyuncak Müzesi

St. Blasius Kilisesi'nin sağ tarafına doğru ilerlediğinizde sizi tepedeki Modern Sanat Müzesi'ne çıkartacak asansöre ulaşıyorsunuz. Devam ettiğinizde ise çatılarında restorasyon tarihleri dahi yazan renkli evleri ve bu bölgedeki ufak barları buluyorsunuz. Pazar günü olduğu için buralar da kapalıydı.

Getreidegasse'ye geri dönüyoruz ve 9 numarada Mozart'ın doğduğu evi ziyaret ediyoruz. Ben açıkçası kişisel eşyaları sergilendiği için yaşadığı evi daha çok beğendim. Burada da Salzburg kartımızı gösterip bir ücret ödemiyoruz.

Mozart'ın doğduğu ev

Bir sonraki durağımız Hohensalzburg kalesi. Salzburg'u tepeden gören, Ortaçağ'dan kalan bu heybetli kale, Orta Avrupa'nın en büyük fethedilmemiş kalesi. Kaleye ister finiküler ile, isterseniz de yürüreyek çıkabilirsiniz. Daha çıkarken şehre bir kez daha hayran kalmamak elde değil.

Kalenin içinde hem yerleşim yeri olarak bir müze hem de bir kukla müzesi mevcut. Dilerseniz bir kukla gösterisine hemen bilet alabiliyorsunuz.

Kaleden sonra son olarak heybetli Salzburg katedralinde bir ayine denk geldik ve bir kez daha büyülendik. Herhalde birkaç yüz insan, ellerinde mumlarla katedrala girdiler ve Pazar ayinlerine başladılar.

Salzburg katedralinde Pazar ayini

Hem hava şartlarından hem de vakit yetersizliğinden Hellbrunn Sarayı'nı ziyaret edemedik. Bu saray, bahçeleri ve çeşmeleri ile turistlerin uğrak yeri. Listenizde bulundurmanızda fayda var.

Gelelim Salzburg'da nerede ne yenileceğine:

Kahvaltı için Cafe Bazar: Nehrin kıyısındaki bu tarihi kafe, büyük kristal avizeleri, mermer masaları, kibar garsonları ile hiç kalkmak istemeyeceğiniz tipik bir Avusturya kafesi. Kruvasanları sıcak ve çıtır çıtır, kahveleri birbirinden lezzetli.

Öğlen yemeği için Zwettler's: Binası 1500'lerden kalan bu restoran, II. Dünya Savaşı'nda bombalanmasına rağmen, zaman içinde çeşitli restorasyonlardan sonra bugünkü halini almış. Ancak hala tarihi hissedebiliyorsunuz. Yerel kıyafetli garsonlar size servis yapıyor. İlk girişte bir barı arka tarafta ise masaları olan bu sevimli restoranda biz şinitzel ve bira ile gezimiz için güç topladık.

Kahve ve tatlı molası için Cafe Tomaselli: Burada Mozart'ın dahi bademli süt içtiği söyleniyor. Mola verip, havasını solumak için bile uğrayın.

Sporer: Salzburg'a tekrar gitme sebebim diyebilirim. Sporer, içki ve likör dükkanı ama sadece satış yapmıyor, dükkanda kendi yapımı çeşit çeşit likörlerini ister barında ister arka tarafındaki birkaç masada denemeniz mümkün. En meşhur içkisi ise sanırım portakal punch. Sıcak içiliyor, şiddetle tavsiye edilir!

Akşam yemeği için St. Peter Stiftskeller - The Restaurant: Avrupa'nın en eski restoranlarından biri ve oldukça şık. Normal şartlarda mutlaka rezervasyonla gidilmesi gerekiyor ancak biz şansımızı denedik ve başarılı olduk. İyi ki de denemişiz! Bembeyaz tertemiz örtüleri olan, ama sizi sıkmayan, bir dağ evindeymişsiniz hissi veren bu restoranda garsonlar da çok yardımcı ve kibar. Yemekleri oldukça lezzetli. Bir Salzburg klasiği olan Nockerl'ı (Salzburg'un meşhur tatlısı) burada denemeniz gerekiyor. Görüntüsü ile Salzburg'un dağlarını temsil eden bu tatlı, 2 kişiye bile fazla geliyor. Paylaşmanız öneriliyor.

Nockerl