22 Mayıs 2016

İsviçre, Alpler ve Heidi - 1. Bölüm

Bugüne kadar seyahat ettiğim ülkeler arasında beni en çok etkileyenler insanlarından, kültürlerinden veya doğalarından dolayı hep farklı kıtalardaki yerler olmuştu. Bu kez listeme Avrupa'dan bir yer girdi. İsviçre beni doğası, düzeni, temizliği ile inanılmaz etkiledi.

Gönül isterdi ki, vakit olsun ve bir seferde bu ülkenin içinde kaybolayım. Maalesef kısıtlı bir zamanda ancak bir kısmını görebildik.

Zürih tren istasyonunda bizi karşılayan Dada akımına ait bir heykel


Gezimizde Zürih, Bern ve Lugano'yu konaklama şehirleri olarak aldık. Hem bu şehirleri gezdik, hem de mükemmel işleyen tren sistemi ile bu şehirlere yakın başka şehirleri de görme imkanımız oldu.
Zürih'ten Luzern'i, oradan Rigi Dağı'nı; Bern'den Interlaken üzerinden Jungfrau'yu gördük. Lugano'da ise sadece şehirde gezmek için vaktimiz vardı.

Öncelikle İsviçre'deki geziniz boyunca hayatınızı kolaylaştıracak bazı ipuçları vereyim:

- İsviçre, Schengen bölgesinin bir parçası ancak Avrupa Birliği'nin üyesi değil. Bu nedenle Schengen vizesi ile ülkeye giriş yapıyorsunuz ancak para birimi söz konusu olunca İsviçre Frangı'nı mutlaka yanınızda bulundurmanız gerekiyor. Çünkü bazı yerlerde Euro geçmiyor. Bazen de Euro kullanmanız daha maliyetli olabiliyor.

- Uçağınızı uygun fiyattan almış olabilirsiniz, ancak bundan sonrası için finansal olarak iyi bir planlama yapmanız gerekebilir, İsviçre ucuz bir ülke değil. Şayet otel zincirlerinin programlarına üye iseniz, buradaki kampanyaları takip etmenizde fayda var. Bizim gittiğimiz dönemde Accor otellerinin (Accor üyelerine) çok iyi bir kampanyasını yakaladık. Zürih ve Bern'de kaldığımız oteller tam eski şehir merkezlerinde değildi, ancak ulaşım mükemmel işlediği için bir otobüsle 2 durak mesafesinde merkezde olabiliyorduk.

- İsviçre'de benim önerim şehirler arası seyahatlerinizde treni tercih edin. Manzaralara hayran kalacaksınız. Bazen dinlenme zamanlarımız trenler oluyordu ancak etraf o kadar güzeldi ki o kadar uykum olduğu halde gözlerimi bir an bile kapatamadım.

- Birden fazla şehre gidecekseniz, tek tek bilet almak yerine kendinize uygun bir Swiss Pass alın. Daha ucuza gelmese bile, size zaman kazandıracaktır. Sadece bineceğiniz trenin saatini bilmeniz yeterli. Bunu da SBB'nin uygulamasından çok rahatlıkla belirleyebilirsiniz. Bu uygulama tüm aktarmaları, platformları da gösteriyor. İsviçre'de trenlerde genellikle herkes koltuk rezervasyonsuz seyahat ettiğinden, yer probleminiz de olmuyor.

- Ülkede 4 resmi dil konuşuluyor: Ağırlıklı olarak Almanca, batıda Fransızca, güneyde İtalyanca, doğuda ufak bir bölümde ise Romansça. Seyahatinizde bu geçişleri rahatça fark edebiliyorsunuz. Örneğin Lugano; Ticino bölgesinde, İtalya sınırında, buraya olan yolculuğumuzda güneye gittikçe, tabelalar İtalyancaya döndü, mimaride gözle görülür bir değişiklik oldu. Örneğin Zürih taraflarında kiliselerin neredeyse tamamında saat kullanılmışken, güneyde bu dekor kalktı, latin mimarisi ağırlık kazanmıştı.



Zürih


Zürih, İsviçre'nin en büyük kenti, ayrıca da ekonomik ve kültürel başkent. Genel olarak bilenin aksine, İsviçre'nin başkenti değil. Eski şehir, Zürih gölü'nün Limmat nehri ile birleştiği alanda kurulmuş. Bu bölgede resmi dil Almanca.

Zürih

Zürih'i sokaklarında dolaşarak, yemeklerinden tadarak, kış değilse gölde bir tekne turu yaparak 1 günde rahatça gezebilirsiniz. Bu programa müze dahil etmek isterseniz, biraz daha vakit ayırmanız gerekebilir. Örneğin bizim Zürih'te 1 günden az bir vaktimiz vardı ve o tarihte Zürih Ulusal Müzesi'inde Dada Universal sergisi (Dada akımının 100.yılı - Dada akımı 1916'da Zürih'te doğan bir akım, yozlaşmayı, yerleşik değerleri protesto ediyor) vardı, ancak maalesef zaman yetersizliğinden gezme imkanı bulamadık.

Zürih'i gezmeye Niederdorfstrasse'den başladık. Bu cadde Limmat nehrine paralel, trafiğe kapalı bir alışveriş caddesi. Restoranlar, butikler ve bu caddeyi kesen, ufak meydanlara açılan dar ara sokaklar mevcut. Burada yürürken ilk amacımız çok eski bir cafe olan Cafe Schober'i bulmak, tatlılarından tatmaktı. Cafe Schober'de ilk molamızı verdik, ev yapımı tatlılarından denedik ve bayıldık. Cafe dışardan oldukça tek tip ama sevimli görünmesine rağmen, içerisi farklı stillere sahip çay salonlarından oluşuyordu.


Cafe Schober

Cafe Schober

Pastalarımızı yiyip, nane çayımızı içtikten sonra notlarımız arasında bulunan Beyer Saat Müzesine doğru yola çıktık. Müze Bahnhofstrasse'de bulunuyor.

Patek Philippe - 1938 - Masa saati

Aslında Beyer isimli saatçinin alt katında. Gözümüzde daha büyük ve farklı canlandırmıştık ama yine de değişik bir deneyim oldu. Ünlü markaların çok eski saatleri veya duvar, masa saatlerinin çok değişik, eski versiyonlarını burada bulmak mümkün. Sergilenen saatler hakkında bilgileri verilen tabletten görebiliyorsunuz. Ayrıca sorularınız için oradaki görevli bir beyefendi de size yardımcı oluyor. Yine de buraya çok fazla zaman ayırmanıza gerek yok. Sadece haftaiçi açık, Swisspass geçmiyor ve giriş ücreti 8 CHF.

Saat müzesinden sonra Avrupa'nın en büyük saatine sahip St. Peter Kilisesini görmeye gidiyoruz, buradan da Lindenhof tepesine.

St. Peter Kilisesi

Lindenhof Tepesi

Lindenhof Tepesi

Burası ağaçlarla kaplı yeşil bir meydan. Meydanda üzeri dama tahtası şeklinde masalar, yerde satranç oynanması için tasarlanmış alanlar var. Tepeden Zürih'i, Zürih Gölü'nü, Limmat Nehri'ni kuşbakısı izleyebiliyorsunuz. Manzarası Goethe'nin favori manzaralarından biriymiş. Bu arada Zürih gölü ile ilgili olarak; göldeki tekne turları Mart ayından itibaren başlıyor. Kış ayı haricinde Zürih'e yolunuz düşerse, deneyin, keyifli olacağını düşünüyorum. Hem güzel manzaranın keyfini çıkarırsınız, hem de dinlenmiş olursunuz.

Zürih'te ne yenir'e gelince, tabiki aslında öncelikli olarak fondü! Bunun için en ünlü restoranı sanırım Swiss Chuchi! Adler otelinin altında yer alıyor. Hem dizaynı hem de yemekleriyle tipik bir İsviçre restoranı. Fondüden başka raklet ve röşti de denenmeli. Rezervasyon şart.

Swiss Chuchi'de peynir fondü ve röşti

Buradan başka, yine biraz daha turistik ama uğranabilecek bir restoran: Zeughauskeller. Restoranın ilginç bir hikayesi var. 1487'de bir silah deposu olarak inşa ediliyor. 14. yy'ın başında İsviçre'yi Avusturya boyunduruğundan kurtarmaya yardım eden, okçuluk yeteneği ile bilinen Willhelm Tell'in oku da burada bulunuyor.(Willhelm Tell'in gerçek bir kişilik olduğuna dair bazı şüpheler de mevcut) 1900'lerden sonra ise restoran olarak kullanılıyor. Buraya da rezervasyon şart.

Zeughauskeller

Willhelm Tell'in oku Zeughauskeller'de sergileniyor 
Zürih başta olmak üzere, birkaç şehre daha yayılmış olan meşhur Sprungli pastanesine de uğramadan dönmeyin. Özellikle Luzemburgerli makaronlarından sevdiklerinize hediye alabilirsiniz. Veya dayanamazsanız, yanınıza alıp, arada enerji molaları verebilirsiniz.

Luzern ve Rigi Dağı


Luzern

Luzern'e Zürih'ten 1 saatlik bir tren yolculuğundan sonra ulaştık. Çok çok keyifli 1 saat, çünkü manzara harika! Önümüzdeki bir günü çok iyi değerlendirmemiz lazım. Çünkü hem Luzern'i gezmek istiyoruz hem de Rigi dağına çıkmak istiyoruz. Gün ışığı ve hava durumundan dolayı dağı riske atmak istemediğimiz için, önceliğimiz Rigi Dağı. Belirli bir saatten sonra yukarı çıkmamıza izin vermeyebilirler.

Rigi Dağı'nın en yüksek noktası 1798 mt. Şansımız varsa, hava açık ise 360 derece bir manzaraya hakim olabiliriz. Aslında birçok tepe noktasının farklı manzaraları var ancak Rigi dağının tepesinden, hava açık ise, karlı Alp tepelerini, 13 farklı gölü, kuş bakışı olarak Luzern ve Zug'u, hatta Fransa ve Almanya'yı görebiliriz.

Rigi dağına çıkmak için Vitznau'ya tekne ile giderek, oradan dişli tren ile Rigi Kulm'a çıkmak gerekiyor. İzlenecek farklı rotalar da var. Örneğin yine tekne ile Weggis'e gidip, 15 dakika yürüme mesafesinden sonra teleferik'e binip, Rigi Kaltbad'a varıp, oradan tepe noktaya, Rigi Kulm'a çıkılıyor.

Vitznau'ya giden tekneler Luzern tren istasyonunun karşısından kalkıyor. Swiss Pass burada da geçiyor. Tren yolculuğumuzdan sonra, hava sisli ve yağmurlu olsa bile, göldeki bu gezinti de çok huzur verici. Kış mevsimi olduğu için dışarıda oturamadık. İçerideki oturma düzeni ise masalardan oluşmuş. Dileyenler gezi esnasında yemek yiyebilir, sadece bir şey de içebilirler. Tabi bunlar pass'a dahil değil.

Luzern Gölü

Vitznau'ya vardıktan sonra Rigi-Bahn dişli trenine bindik. Bu tren yolu, Avrupa'daki ilk dişli tren yolu. 19. yy'dan beri üst sınıfın popüler bir destinasyonu olmuş. Buraya gitmek isteyen kişiler, tren yolundan önce insan gücüyle yukarı çıkarılıyorlarmış. Buna İngiltere Kraliçesi Victoria'da dahil.

Rigi Tren yolu başlangıcı

Tren yolu, dar ve dik ancak hiç huzursuzluk vermiyor. Onun yerine manzaraya odaklanıp yine hayranlıkla etrafı seyrettik. Yukarı çıkarken, yükseltinin sonuçlarını direkt gözlemledik. Çünkü göl kıyısında yağmurlu olan hava, yukarı çıkarken kara dönüştü. Etraf karla kaplı. Tabii bu demekti ki, biz o meşhur manzarayı göremeyeceğiz. Tepeye ulaştığımızda o kadar çok kar vardı ki sadece nereyi gösterdiği belli olmayan tabelaları gördük. Bir tane otel ve içinde bir restoran var ancak kardan başka hiç bir şey görünmediği için vakit geçirmeye pek de değmiyor. Tek gördüğümüz kayak, kızak, yürüyüş yapan kişiler. Ve yine sisli, karlı bir gün olduğu için dışarda yürümek bile cazip değil. Kış dışında bir mevsimde muhtemelen çok keyifli olacaktır. Tabelalardan gördüğümüz kadarıyla, trekking rotaları da mevcut çünkü.



Rigi

Bir sonraki treni bekleyene kadar içeride ısındık. Dönüşümüzde trenle Rigi Karlsbad'da inip, buradan teleferikle Weggis'e indik. 15 dk yürüme mesafesinden sonra tekneye bineceğimiz iskeleye vardık. Ancak bineceğimiz tekne çok az bir süre önce kalkmıştı, arada 2 saat vardı ve Weggis'de de o havada yapacak hiçbirşey yoktu. Luzern'i gezmek için de vaktimiz azaldığı için, bir görevliden yardım alarak alternatif bir rota belirledik, Luzern'e tren ile geri döndük.

Weggis

Luzern'de vaktimiz çok az kaldığı için ana yerlerini görebildik. Halbuki bu ortaçağ'dan kalma şirin şehirde yapılacak daha çokça şey var. Luzern'in ana simgelerinden bir tanesi Kapell Köprüsü ve Su Kulesi. İlk yapımı 13. yy. Tavanlarında günümüze kadar gelmiş resimler mevcut. Resimlerde şehrin kahramanları, azizler, önemli olaylar betimlenmiş. Köprünün uzunluğu 204 mt. Sanırım en çok fotoğrafı çekilen yer bu şehirde.

Kapell Köprüsü ve Su Kulesi
Kapell Köprüsü

Bu köprüden geçip, biraz yürüdükten sonra St. Leodegar Kilisesinin heybeti bizi karşılıyor. Luzern'in ana simgelerinden bir tanesi.

St. Leodegar Kilisesi

Sonraki durağımız ise Aslan Anıtı. Bir parkın içinde, dağa işlenmiş bir anıt bu. Fransız devrimi sırasında Paris Tuileries Sarayını savunan İsviçreli muhafızların öldürülmesi üzerine yapılmış.

Aslan Anıtı

Luzern'den ayrılmadan önce Aslan Anıtı'na çok yakın olan Caravelle Restoran'da yemeğimizi yedik. Hem İsviçre hem de İtalyan mutfağından yemekler bulmak mümkün.