Milano'ya yolunuz düştü, belki özellikle kısa bir kaçış
planladınız ya da benim gibi uzak yolları orta nokta yaptınız, işi,
gezmeyi birleştirdiniz, ama sonuçta şehri gezmek için öyle fazla vaktiniz de
yok. Belki bir haftasonu?
Her şekilde önceliğinize karar vermeniz gerekiyor. Milano küçük
bir şehir olmasına, diğer bazı İtalyan şehirleri gibi tarih kokmamasına rağmen,
vaktiniz bu şehri 2 günde gezmeye yetmeyebilir. Biz Milano'da bir haftasonumuzu
yemeye, içmeye, sokaklarda dolaşmaya, biraz da olsa sanata ve tabi ki
alışverişe ayırdık. Hem araştırarak hem de değerli dostların tavsiyeleri ile
keyifli bir haftasonu geçirdik.
Gezimize bir Cuma akşamüstü Navigli bölgesinden, Porta Ticinese'den
başladık. Burası hem Milanoluların hem de turistlerin rağbet ettiği, gece
hayatı ve restoranları bakımından zengin bir bölge. Yemekten önce de aperatif
alınabilecek çok yer var. İtalyanların akşamüstü saatlerindeki happy hour'u,
aperitivolarının keyfini çıkarın derim.
Aperitivo kültüründe içkinizle beraber açık
büfeden ufak atıştırmalıkların tadına bakabiliyorsunuz. Genelde 18:00-21:00
saatleri arasında, ancak 19:00'dan önce çoğu bar boş oluyor, bilginize. Biz de Milano'ya
bir aperatif ile kendimizi hemen adapte ettik, sonrasında Trattoria Toscana'nın yemekleri ile haftasonuna mükemmel bir
giriş yaptık. Dışarıdan küçük kapısını çok rahat farketmeyeceğiniz bu
restoranın girişi bir bar, ama daha çok rağbet edilmeyen bir bar havasında.
Restoran ise arka tarafında küçük bir avluda. Böyle olmasına rağmen
oldukça popüler ve yemekler inanılmaz lezzetli.
Tramisu & Cannoli |
Milano'da görülmesi gereken birkaç önemli yerden bir tanesi
Leonardo Da Vinci'nin "Son akşam yemeği" freski. Santa Maria delle
Grazie kilisesinde bulunan bu freski görmek için kesinlikle internet üzerinden
bilet almanız gerekiyor. 10 -15 kişilik gruplarla sadece 10 dakikada vaktiniz
var. Ama yine de bu eseri yakından görmeye değer.
Cumartesi sabah erkenden görmeye gittiğimiz "Son akşam
yemeği"nden sonra Milano'nun en eski ve meşhur pastanelerinden biri olan
Marhesi'de tatlı bir şeyler atıştırıp ayaküstü kahvemizi içtik.
İtalya'daki
çoğu pastanede bizim kültürümüzden farklı olarak kahveler ayaküstü içiliyor,
sanki bir bardan içkinizi sipariş edermiş gibi, espressonuzu sipariş edip,
hızlıca içip, yolunuza devam ediyorsunuz.
Yol bizi Santa Maria alla Porta caddesi ve irili ufaklı ara
sokakların arasından Avrupa'nın 4. büyük katedrali olan Milano katedralinin
bulunduğu Duomo meydanına getirdi. Bu meydan Milano halkının buluşma noktası ve
turistlerin de uğrak yeri. Etrafındaki irili ufaklı mağaza ve alışveriş
merkezlerinden ötürü de özellikle haftasonları oldukça kalabalık.
Galleria Vittorio Emmanuele |
Duomo meydanı
ayrıca Galleria Vittorio Emmanuele II'ye de ev sahipliği yapıyor. Burası ismini
ilk İtalyan kralından almış. Dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden bir
tanesi olma özelliğini taşıyor ve önemli markaları barındırıyor. Sanırım
gezmesi en keyifli alışveriş merkezlerinin başında geliyor. 4 pasajın
birleşmesinden oluşuyor. Galerinin bir kapısı Duomo meydanına açılıyor. Arka
kapısı ise La Scala tiyatrosunu ve Leonarda da Vinci heykelini barındıran Scala
meydanına çıkıyor.
La Scala, 1778'de açılan, dünyanın en bilinen opera binalarından
bir tanesi. Verdi ve Puccini gibi dünyanın önemli bestecilerinin eserlerinin
prömiyerleri burada olmuş. La Scala, ayrıca, Görsel Sanatları Akademisini ve
Bale okulunu da barındırıyor. Leyla Gencer burada ders vermiş, yakın zamanda
ise İzmirli keman sanatçısı Özlem Adıgüzel ise La Scala orkestrasına dahil
olmayı başararak, bu tiyatroda çalan ilk Türk müzisyen olmuş.
Scala Meydanı - Da Vinci heykeli |
Duomo etrafında gezilecek diğer yerler arasında yine birçok
bilindik mağazaları barındıran Vittorio Emmanuel II caddesi ve İtalyanların
ünlü department store'u La Rinaschante geliyor. Alışverişten yorulduğunuz
noktada La Rinaschante'nin terasında hafif birşeyler yiyip, kahvenizi
içebilirsiniz. Buradan direkt Duomo'yu seyrediyorsunuz.
Eğer modern sanata ilginiz varsa, yine Duomo meydanındaki Novecento müzesini ziyaret edin. 2010 yılında açılan bu müze, 20.yy'a ait hem
İtalyan hem de uluslararası en kapsamlı koleksiyonları barındırıyor.
Alışverişe devam etmek isteyenler için mutlaka görülmesi gereken
iki farklı bölge - cadde var. Bunlardan birincisi Buenos Aires caddesi. Cadde
boyunca 350'den fazla mağaza ve outlet bulabilirsiniz. Bir diğer bölge ise
Quadrilatero d'Oro yani altın diktörtgen. 4 ana sokaktan oluşuyor ve neredeyse
tüm modacıların mağazaları burada. Hiçbirşey satın almasanız bile, hem
Milanoluların hem de farklı ülkeden gelen ziyaretçilerin alışveriş çılgınlığını
gözlemlemek için mutlaka gezilmesi gerekiyor. Civarda ünlü markaların seri sonu
koleksiyonlarını bulabileceğiniz mağazalar da mevcut. Örneğin Manzoni
caddesindeki D-Magazine outlet.
Alışverişten yorulduğunuz noktada, Dolce&Gabbana Bar Martini'ye
öğlen yemeği, bir içki veya hatta akşam yemeği için uğrayın. Yemekler ve ortam
nefis. Biz öğlen yemeğimizi burada yiyip, akşam ise Via Amerigo Vespucci
üzerindeki Petit Bistro'yu
tercih ettik. Burada da gerçekten çok lezzetli yemekler yedik.
D&G Martini Bar - "Martini Dry" risotto |
Izgara ahtapot & enginar |
Milano'dan ayrıca İtalyan dondurması yemeden dönmeyin ve Grom'u deneyin. Bir de tabiki Risotto Milanese, safranlı
risotto!