27 Aralık 2013

İlginç bir Yılbaşı Geleneği

Yeni yıla girmemize çok az kaldı!

Yeni bir yıla nasıl girersen, öyle geçer inanışıyla birçoğumuz, 31 Aralık'ta tam 12:00'de hoplayıp, zıplarken, sevdiklerimize iyi dilekler sunarken, aynı zamanda da bütün yılın güzel geçmesi için farklı şeyler deneriz. Örneğin;

Bütün yıl yeni kıyafetlerle donanmak için kırmızı çamaşır giyilmesi gerektiğine inanılır :)
Bolluk bereket için kapının dışında nar kırılır. Veya tam 12'de şampanya patlatılır, tüm yıl mutlu olmak için kahkahalar atılabilir vs...

Farklı kültürlerde, farklı yeni yıl gelenekleri var. Ancak bir tanesi var ki, çok ilginç buldum, seyahat severlerle paylaşmak isterim:

Latin Amerika'da Meksika, Kolombiya gibi ülkelerde insanlar, tüm yılın seyahat ile dolu olması için gece yarısı boş bir bavul alıp, dışarıda, evin çevresinde veya ne kadar mesafe yapmak isteniyorsa evin çevresindeki o kadar sokakta dolaşıyorlar. Ya da, bütün bavulları bir odanın ortasında toplayıp, etrafında birkaç kez dönüyorlar!


Kim bilir belki de denemek lazım :)


Hepimize bol keyifli seyahatlerle dolu bir 2014 dilerim!




22 Aralık 2013

Tayland - Bangkok & Pattaya (1)

Tayland - özellikle de çok kalabalık olduğundan Bangkok -  için ya seversin, ya da nefret edersin demişler.
Ben ise gördüğüm kadarıyla sevdim Tayland'ı; egzotik olmasını, yemeklerini, denizini, masajını. Ayrıca bir o kadar da ucuz olmasını.

Tayland'a kadar, tur acentası ile bir gezim olmamıştı, ama şartlar o dönem ona uygun olduğu için, bu şekilde bir tura katıldım. Hem fiyat hem de ulaşım konularında artıları var ancak, seyahat öncesi araştıran, ziyaret edilecek yerlerin listesini yapan, okuyan ben için, tur biraz beklentinin altında kaldı. Herhalde çok mecbur kalmadıkça, bir seyahat boyunca tura dahil olmam, bireysel turlarıma devam ederim diye düşünüyorum.

İstanbul'dan 9 saatlik direkt bir uçuşla Bangkok'a varıyorsunuz. Bangkok havalimanı büyük, hem içi hem de dışı çok yeşil ve çiçekli. Bugüne kadar gördüğüm en güzel havalimanlarından biri. Duty free açısından da çok zengin bu havalimanı, dönüşte vaktiniz varsa birçok ünlü markanın ürünlerine - uçağınıza geç kalma pahasına, - kendi mağazalarında bakabilirsiniz.

Turumuzun ilk bölümü Pattaya. Bangkok ve Pattaya arası karayoluyla yaklaşık 2 saat.
Bu arada söylemeden edemeyeceğim, Pattaya denince akla farklı şeyler gelse de, ben yapmaya değer birçok farklı şey buldum.

Bunlardan ilki Tayland'ın geri kalanında da rahatlıkla yaptırabileceğiniz masajlar. Ancak yeri gerçekten çok iyi seçmek, her önünüze gelen masaj salonuna girmemeniz gerekiyor. Zira kendinizi çok farklı bir ortamda da bulabilirsiniz! Masaj için kesinlikle Health Land Spa'yı öneririm. Hem temiz, hem tek işi bu. Thai masajı (geleneksel kıyafetlerle yapılan strechinge dayalı bir masaj türü) ve aromaterapiyi şiddetle tavsiye ederim. Üstelik fiyatları o kadar uygun ki. Ne kadar mı uygun: Thai masajı 2 saat 15$!

Pattaya'nın içindeki deniz temiz olsa da, yüzmekten keyif alacağınız bir deniz değil. İki farklı koy var bu şehirde ama ikisi de bence birbirinden kötü. Bu nedenle Mercan adası günübirlik turları çok rağbet görüyor. Sürat tekneleri ile yaklaşık 20 dk.sonunda bu adaya varılıyor. Deniz gerçekten de çok temiz, kum beyaz, plajın arka kısmı ağaçlarla kaplı. Burada gerçekten tropik bir yerde olduğunuzu anlıyorsunuz. Bir Şubat ayında (uzakdoğu seyahatleriniz için en ideali kış mevsimidir - arada kısa sağanaklar olabilir ama ardından çıkan güneş anında bu yağmuru unutturur) Türkiye üşürken, biz sıcak kumlardan serin sulara atlıyoruz. Burada med cezir'e de kendi gözlerimiz ile tanık olduk. Yüzdüğümüz yerde, akşamüstü yürüyorduk :)



 
Deniz çekildikten sonra


Fil safarisi yapılması gereken ayrı bir aktivite. Pattaya'nın biraz dışındaki çiftlik vari yerde, bir filin üzerinde 1 saat geçirmek, ona dokunmak, patates tarlalarının, palmiye ağaçlarının içinden ağır ağır geçip, etrafı seyretmek büyüleyici. Yağmur yağarsa da etkilenmiyorsunuz, çünkü size kocaman bir şemsiye veriyorlar :) Bu çiftlikte safari sonrası ilk defa denediğim yiyecekler de oldu. Biri hindistancevizi içindeki,
hindistancevizi aromalı dondurma, diğeri de soğansı bir tadı olan bir meyve: durian. Bence denemeseniz de olur :)

Fil safarisi

Sadece ben değil, Trip Advisor'da diyor, mutlaka Sriracha Hayvanat Bahçesi'ni görün! Biz burayı turdan bağımsız olarak ziyaret ettik. Otelden bu turu satın aldık. (Ulaşım ve giriş dahil, ayarlaması çok kolay) Birçok hayvan var burada, ama ağırlıklı olarak irili ufaklı birçok kaplan. İster uzaktan seyredin, ister uyuşturulmuş olan kaplanların kafesine girip onlarla fotoğraf çektirin veya yavru bir kaplanı kucağınızda besleyin. Tarif edilemez bir his! Ne yazık ki, günün sonunda hepsi bu kafeslerde hapis oldukları için üzülmeden edemedim...

Kimbilir neler düşünüyor...

Hiç korkmadım :)

Benim olabilir mi!

Son olarak, bana hitap etmese de görmeden dönemeyeceğim bir yer vardı Pattaya'da: Walking Street.
Walking street çok kozmopolit. Her milleten, her yaştan insan var. Bir de orta yaşlı Avrupalı/Amerikalı adamlar ile genç Thai kız kombinasyonları var.

Uzakdoğu'nun Londra'sı :)

Sokak, bir nevi bizim Bodrum, Alanya çarşı içi gibi. Trafiğe kapalı. Bir yanda restoranlar, bir yanda hediyelik eşya dükkanları, bir yanda go-go barlar. Barlar çok rağbet görüyor.




Şehrin içinde temel ulaşım aracı tuk tuk. Pattaya'daki tuk tuklarda minibüsün arkasında açık bir alanda gidiyorsunuz. Fazla para verdiyseniz, ilk anda bizim yaptığımız gibi, kimse size bu ücret fazla üstünü alın demiyor. Hiç şüphesiz en düşük ücreti uzatmanız lazım...

Pattaya'dan çok ucuza başta envai çeşit fil olmak üzere çeşitli hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz. Ayrıca yine çok ucuza birçok tropik meyveyi tadabilir, bol bol deniz ürünü ama en çok karides yiyebilirsiniz...(kolesterole dikkat!)

Bangkok ayrı bir yazıda...



14 Aralık 2013

Seyahatinizde hayatınızı kolaylaştıracak uygulamalar

Hazırlıktı, bavuldu, uçak saatiydi, havaalanı otel transferi derken, bazen daha destinasyona ulaşmadan yoruluyorsunuz bile. Bu sırada size yardımcı olan zaten çok fazla kaynak var aslında ama seyahatiniz sırasında da hayatınız kolaylaştıracak birkaç uygulama var.

1-  City Maps 2Go: Harita uygulaması. En büyük özelliği offline çalışması.
Uygulama hem iTunes'da ($ 2,99), hem de Android markette (ücretsiz) var. Yükledikten sonra istediğiniz şehri seçiyorsunuz ve tüm şehirlerin haritaları elinizin altında! Eklediğiniz haritalara ayrıca ücret ödemiyorsunuz. Gitmek istediğiniz yerleri seçin, pin koyun, hatta ilgili özelliği satın aldığınız takdirde, görmek istediğiniz nokta ile ilgili Vikipedi'dan detaylı bilgilerini de görün.

2- AllSubway: Artık harita taşımıyorsunuz. Bunun yanında bir metro haritası da taşımanız gerekmiyor artık.
Bir şehrin metro haritasını yükledikten sonra, 3G veya wi-fi'ya gerek duymuyorsunuz!
Uygulama iTunes'da $ 0,99, Android markette ise ücretsiz.

3- Trip Advisor: Seyahatinizi planlarken, otel veya restoran yorumlarını bu siteden aldınız. Ama Trip Advisor bununla yetinmiyor. Seyahatiniz sırasında da sizi yalnız bırakmıyor. Bir restoran buldunuz ama nasıldır diye mi düşündünüz. O zaman hemen Trip Advisor'a soruyorsunuz, o sizi yönlendiriyor.
Bu uygulamayı ben en son Bolonya seyahatimde kullandım, tercihim aile restoranlarını bulmaktı, tüm seçimlerimi doğru yapmamı sağladı.
Uygulama hem iTunes'da hem de Android markette ücretsiz.

4- Yelp: Bu uygulama da Trip Advisor görevini görmekte. Uygulama hem iTunes'da hem de Android markette ücretsiz.

5- XE Currency: Para birimi dönüştürücüsü. Bu uygulama da offline çalışıyor.
Uygulama hem iTunes'da hem de Android markette ücretsiz. Ekranın en üstünde dönüştürmek istediğiniz para birimi oluyor. Miktarı yazıp, enter yaptığınız zaman, 4 farklı para biriminde yazdığınız miktarı görebiliyorsunuz. Böylelikle özellikle alışverişlerde hesap makinesi bağımlılığı sona eriyor.

Ve son olarak kimbilir belki birçoğumuzun sorununu çözecek bir uygulama var: Cloo!
Buyrun seyredin :)



8 Aralık 2013

Kenya - Masai Mara & Nairobi


Safari...O vahşi hayvanları yerinde görmek, yanınızdan geçip gitmelerini seyretmek...Şu anda o hisse sadece heyecan desem o kadar az kalır ki, hayranlığı da eklesek belki biraz daha anlam kazanır. Şunu belirtmem gerekir ki, gerçekten her insanın yaşaması gereken bir deneyim bu.

Ben bu deneyimi Kenya'da yaşadım. (Eğer Temmuz ve Eylül ayları arasında gidebilirseniz, Tanzanya Serengeti'den Kenya Masai Mara'ya doğru olan büyük göçe tanıklık edebilirsiniz.)

Kenya'ya, daha doğrusu Safari'ye bir ön hazırlık gerekiyor. Hastalıklara, sivri sineklere (Haziran ayında bir tane sivri sinek görmedim) karşı önlem almak gerekiyor. Öncelikle sarı humma aşısı olmanız gerekiyor. Bunu İstanbul'da  ya Atatürk Havalimanı Sağlık Denetleme Merkezi Baştabibliği ya da Karaköy Sahil Sağlık Denetleme Merkezi'nde olabiliyorsunuz. Aşı, iğne, denince karnım ağrımaya başlar ama merak etmeyin hiç acımıyor :) Bu aşı 10 sene geçerli, size bir karne bile veriyorlar. 
Sadece aşı da yetmiyor, seyahat öncesinde ve orada da sıtma hapı almanız gerekiyor.
Bavulunuzu hazırlarken ise çok şart olmamakla birlikte, daha çok pastel renklerde, uzun kollu, rahat kıyafetler götürülmesi öneriliyor.

Hazırlıklar tamamlandı, Haziran ayının bir Perşembe gecesi Nairobi'ye doğru hareket ettik. Uçuş yaklaşık 7 saat sürüyor. Nairobi'den Masai Mara Ulusal Parkı'na küçük uçaklarla uçmak aslında daha mantıklı ancak biz karayolunu seçtik. Yolculuğumuz 5 saat sürdü, bu 5 saatin belki de 3 saati, karayolu olduğuna dair hiçbir belirti olmayan yollar üstünde geçti. Hatta sonlara doğru bol bol çukurlar da atlattık, sadece bir düzlükten geçiyorduk ve sorumuz şuydu biz nereye gidiyorduk? Bu kadar sarsıntılı uzun bir yolculuktan sonra gerçekten bizi bir vaha karşılamalıydı. 

Vahadan önce bizi zebralar karşıladı. Bu birdenbire karşımıza çıkan, koşturan hatta bir ara yol vermek zorunda kaldığımız zebra sürüsünü çığlıkla atlattık. Gerçekten inanılmazdı, çok heyecanlıydı, tamamen kendi doğal ortamlarında, serbesttiler ve bizimle ilgilenmiyorlardı bile!


 Sonrasında ise zürafalar, ne kadar da sakindiler...


Bu ilk şoktan sonra, o çöl vari toprak parçasından birdenbire bir yeşilliğin görünmesi ikinci şoktu. Gerçekten bu zahmetli yolculuğa değmişti. Sonunda Keekorok Logde'daydık. Doğanın gerçekten ortasında olan bu lodge'da, bungalovlar var, bir de sizi sınırlayan ne bir duvar, ne de bir çit. Bu yüzden kendi kendinize etrafı keşfetmemeniz için özellikle uyarıyorlar. Ve de serbestçe dolaşan maymunlara karşı, kapı ve pencerenizi de açık bırakmamanız gerekiyor. Özellikle akşamları, tek başınıza dolaşmanız tehlikeli olduğundan, size silahlı bir otel çalışanı eşlik ediyor. 
Otelin bush dinner konsepti var. Yani diğer otel misafirleri ile değil de, yine doğal bir ortamda, çalılıkların arasında, herkesten ayrı yemek yiyorsunuz. Açık büfe yemek, ateş ve tabi ki yerliler var. Akşam yemeğimizi bu şekilde aldık. Yemeğimizi yerken, birtakım sesler duyduk, nedir diye birbirimize baktık. Bir süre sonra kırmızı kıyafetlerinin içinde yerliler zıplayarak, yani aslında kendi danslarını yaparak yanımıza geldiler. O karanlığın içinde gerçekten farklı bir deneyim oldu. Onlarla beraber biz de zıpladık :)


Safari kısmında ise, gittiğimiz ilk gün yani Cuma günü otele yerleştikten sonra bir turumuz oldu. Bir de Cumartesi günü sabah gün doğumu ile. Üstü açık cipler ile bizim gibi birçok turist grubu ulusal parkta bir tarafa bir bu tarafa doğru gidiyorduk. Çünkü hayvanlar nerede ise biz orada olmalıydık. Şoförler sürekli birbirleri ile haberleşiyorlardı. Büyük beşin (aslan, fil, bufalo, leopar, su aygırı) tamamını göremedik belki ama bol bol ceylan, antilop, bufalo gördük. Çita ve fil de görme imkanımız oldu. 




Hepsi de biz yokmuşuz gibi davranıyorlardı. Hele çita bize resmen poz veriyordu.

En etkileyici sahnelerden biri de, sabahki safarimizde kahvaltısını yeni bitirmiş aslanların o şişkinlik ile ağır ağır yanımızdan geçip gitmeleriydi.


İnsanlar nankör denir ya, öyleyiz galiba, bu iki tur bize yetmişti, başka farklı birşey görmeyecek miyiz diye söylenmeye başlamıştık bile. :) Ve Cumartesi öğle yemeğinden sonra tekrar uzun bir yolculuğa çıktık, Nairobi'ye doğru.

Ne yazık ki, şehri görecek vaktimiz yoktu, belki de zaten birşey kaçırmıyorduk. Kaçırmamamız gereken birşey vardı, o da Carnivore isimli restoran. Adı üstünde, sadece et var bu restoranda. Aklınıza gelebilecek her türlü et çeşidi... Hatta hepsine uyumlu farklı soslarıyla beraber. Örneğin kuzu eti yiyecekseniz naneli bir sos öneriyorlar. 


Etler siz durmak isteyene kadar gelmeye devam ediyor: timsah, domuz, geyik, devekuşu etinden köfte, deve...Ben aralarından devekuşu etinden köfteyi beğendim.

Yemekten sonra yan tarafına diskosuna geçtik. Sanki bir zaman tünelinden geçmiştik. Dans eden insanlar, müzik, sanki 90'lardaydık :)

Pazar sabahı eve dönüş yolundaydık bile. Kısa ama dolu dolu geçen bu seyahatten de çok güzel anılarla döndüm. Bu tarz bir deneyimi Günay Afrika'da da yaşamak isterim sanırım...

7 Aralık 2013

İsrail - Kudüs & Tel Aviv


Hiç unutmuyorum, İsrail gezimizi bitirmiş, Tel Aviv'den İstanbul Atatürk Havalimanı'na inmiş, bavullarımızı bekliyorduk. Aynı uçaktan inmiş ve bavul bekleyen bir bayan: 
- Pardon, çok merak ettim, neden İsrail'e geldiniz? dedi. 

Çok da şaşırmamıştım bu soruya aslında, uçakta bizim grup gibi yabancı bir grup yoktu, daha çok iş, okul, belki de akraba ziyareti yapan insanlar vardı. Bana bu kadar huzur veren, bu etkiyi sadece birkaç gün değil, uzun bir süre hissettiren, fırsat olsa bir kere daha giderim dediğim bu yerlere neden mi gittik?: 

Bugün baktığımda hayatımın önemli bir bölümünü kaplayan eski çalıştığım şirketimin ilk motivasyon gezisi. Önce biraz çekince belki, biraz merak, ama iyi ki de gittik dediğim bir gezidir, Kudüs-Tel Aviv gezisi.

Gezimiz; Kasım ayının bir Perşembe gecesi, bu bir grup genci, orada bir anneden farksız bizi sahiplenen, ağırlayan, her detayı düşünmüş Tel Aviv'deki kontağımız Rinat'ın ve rehberimiz Mike'ın bizi Tel Aviv havalimanından almasıyla ve yaklaşık bir saatlik karayolu yolculuğu ile Kudüs'e varmamızla başladı. Detaylardan bir tanesi, hepimizin odasında birer ciltli İsrail'in havadan çekilmiş fotoğraflarının olduğu bir kitaptı. Hala kitaplığımdadır...

Cuma günü gözümüzü Kudüs'te açtık. Güzel bir kahvaltıdan sonra, ilk olarak Zeytin Dağı'ndan Kudüs'e kuşbakışı baktık. Sonrasında Eski Kudüs'ün surlarının içine adım attık ve şehir bizi ezan, ilahi ve çan seslerinin birbirine karıştığı bir atmosfer ile karşıladı.

Zeytin Dağı'ndan Kudüs

Etrafta yerlisinden, turistine birçok insan vardı ama bu şehir ne kadar huzurlu ve sakindi...Mezhepler arası gerginlik çıkmasın diye, ön tarafının kimse tarafından süpürülmediği İsa'nın çarmıha gerildiği kilise, Ağlama duvarı, Müslüman bölgesi ve El Aksa Cami. Müslüman bölgesine geçmek için kimliğinize ve dininize bakılıyor. Gruptaki bir yabancı dışarıda bekledi örneğin.Tüm kızlar ihrama girdi ki hala bakıp gülüyorum (bu şekilde girmek zorunlu değil ama) ve Müslüman bölgesini, El Aksa Cami'ni gezdik. Akşam ise Kudüs'ün modern hayatına tanık olduk. 

İkinci günümüzün rotası ise Masada ve Lut Gölü. Masada neresi derseniz, Nefe Çölü'nde yer alan, Romalılara teslim olmak istemeyen 960 Yahudi'nin intihar ettiği çok eski bir yerleşim yeri burası. Teleferik ile ulaşılan bu tepede, şu an sadece kalıntılar var. Etrafta ise ne bir bitki örtüsü, ne bir ses, o kadar sessiz ki, inanılmaz...

Masada'dan görüntü

Bu sessizliğin içinde bir sürpriz vardı bize. Rinat ve Mike, birden kırmızı beyaz kareli piknik örtülerini, atıştırmalıkları, plastik kadehleri ve şarapları çıkardılar. Ve İbranice'de de "Şerefe" yi öğrendik: Lechaim (yazım hatası varsa affedin lütfen)

Masada'dan sonra bir sonraki durağımız Lut Gölü idi. Bilmeyenler için, Lut gölü veya Ölü Deniz; yeryüzünün en alçak ve en tuzlu 3. gölü. 

Bu arada yollarda çok sayıda barikat ve asker gördük ama herhangi bir problem yaşamadık.

O dönemde Jean-Christophe Grange'ın Leyleklerin Uçuşu kitabını okuyordum. Bu kitapta Kibbutz'lardan bahsediliyordu ve ben araştırmama rağmen, buraların neye benzediğini görmek istiyordum. Kibbutz, İsrail'de ortaklaşa kullanılan yerleşim bölgelerine verilen isim. Buradaki ailelerin ekonomik sorumlulukları yok. Herşey ortak yapılıyor. Çocuklar bile ortak yetiştiriliyor. Yol üstünde bir tanesine rastladık, çok fazla içeri girmeden, şöyle bir baktık, uzaktan minyatür bir köyden farkı yoktu aslında...

Lut Gölü'ne ulaştığımızda, akşamüstü olmuştu. Burada da bizi çok güzel bir organizasyon bekliyordu. Gölün etrafındaki 5 yıldızlı otellerden bir tanesine girdik, çamurlara bulandık ve kendimizi gölün tuzlu suyuna bıraktık. O kadar tuzlu ki, hareket etmeye gerek kalmadan zaten suyun üstüne öylece duruyorsunuz...Çıkıp temizlendikten sonra ise, meyveler, meyve suları ile iyice detoks kıvamına geldik. 



Gezimizin son gününde Tel Aviv'deydik. Şehri keşfedecek fazla vaktimiz yoktu ne yazık ki, ancak zaten bende yarattığı ilk izlenim, bizim Güney şehirlerine ne kadar benzediği yönündeydi.
Son sürprizimiz ise, odalarımıza bırakılan arkalarında "I survived my Israel trip" yazan hem komik, hem de ironik t-shirtlerimizdi.

Hilton Tel Aviv'den bakış
Eğer kozmetik ürünlere benim gibi meraklıysanız, dönerken mutlaka Ölü Deniz içerikli ürünlerden almanızı tavsiye ediyorum. Benim favori markam Ahava. Ve tabi ki çamur...orada yaşadığınız deneyimi evinize döndükten sonra tekrar hatırlamanız için...

Son olarak havaalanı için mutlaka fazla fazla zaman bırakın. Zira bavulunuz çok ince bir şekilde arandığı için, girişte uzun kuyruklar oluşuyor.

Üzerimde uzun bir süre dinginlik ve arınmışlık duygusu bırakan bu yerlere, belki tekrar bir fırsat olur, giderim kimbilir...








6 Aralık 2013

Gördüm...Yazdım...


Gezip gördüğüm, beğendiğim, hayran kaldığım yerleri görünce, önce şükrederim, sonra da hep derim ki görmek isteyen herkes umarım bir fırsat bulup gelir, görür buraları. Yoksa ne kaybettiklerini hiçbir zaman bilemezler.

Gidemeyenler veya gidip de kendilerinden birşeyler bulmak isteyenler için yazmaya başladım...

Keyifli okumalar,
Handan