8 Aralık 2013

Kenya - Masai Mara & Nairobi


Safari...O vahşi hayvanları yerinde görmek, yanınızdan geçip gitmelerini seyretmek...Şu anda o hisse sadece heyecan desem o kadar az kalır ki, hayranlığı da eklesek belki biraz daha anlam kazanır. Şunu belirtmem gerekir ki, gerçekten her insanın yaşaması gereken bir deneyim bu.

Ben bu deneyimi Kenya'da yaşadım. (Eğer Temmuz ve Eylül ayları arasında gidebilirseniz, Tanzanya Serengeti'den Kenya Masai Mara'ya doğru olan büyük göçe tanıklık edebilirsiniz.)

Kenya'ya, daha doğrusu Safari'ye bir ön hazırlık gerekiyor. Hastalıklara, sivri sineklere (Haziran ayında bir tane sivri sinek görmedim) karşı önlem almak gerekiyor. Öncelikle sarı humma aşısı olmanız gerekiyor. Bunu İstanbul'da  ya Atatürk Havalimanı Sağlık Denetleme Merkezi Baştabibliği ya da Karaköy Sahil Sağlık Denetleme Merkezi'nde olabiliyorsunuz. Aşı, iğne, denince karnım ağrımaya başlar ama merak etmeyin hiç acımıyor :) Bu aşı 10 sene geçerli, size bir karne bile veriyorlar. 
Sadece aşı da yetmiyor, seyahat öncesinde ve orada da sıtma hapı almanız gerekiyor.
Bavulunuzu hazırlarken ise çok şart olmamakla birlikte, daha çok pastel renklerde, uzun kollu, rahat kıyafetler götürülmesi öneriliyor.

Hazırlıklar tamamlandı, Haziran ayının bir Perşembe gecesi Nairobi'ye doğru hareket ettik. Uçuş yaklaşık 7 saat sürüyor. Nairobi'den Masai Mara Ulusal Parkı'na küçük uçaklarla uçmak aslında daha mantıklı ancak biz karayolunu seçtik. Yolculuğumuz 5 saat sürdü, bu 5 saatin belki de 3 saati, karayolu olduğuna dair hiçbir belirti olmayan yollar üstünde geçti. Hatta sonlara doğru bol bol çukurlar da atlattık, sadece bir düzlükten geçiyorduk ve sorumuz şuydu biz nereye gidiyorduk? Bu kadar sarsıntılı uzun bir yolculuktan sonra gerçekten bizi bir vaha karşılamalıydı. 

Vahadan önce bizi zebralar karşıladı. Bu birdenbire karşımıza çıkan, koşturan hatta bir ara yol vermek zorunda kaldığımız zebra sürüsünü çığlıkla atlattık. Gerçekten inanılmazdı, çok heyecanlıydı, tamamen kendi doğal ortamlarında, serbesttiler ve bizimle ilgilenmiyorlardı bile!


 Sonrasında ise zürafalar, ne kadar da sakindiler...


Bu ilk şoktan sonra, o çöl vari toprak parçasından birdenbire bir yeşilliğin görünmesi ikinci şoktu. Gerçekten bu zahmetli yolculuğa değmişti. Sonunda Keekorok Logde'daydık. Doğanın gerçekten ortasında olan bu lodge'da, bungalovlar var, bir de sizi sınırlayan ne bir duvar, ne de bir çit. Bu yüzden kendi kendinize etrafı keşfetmemeniz için özellikle uyarıyorlar. Ve de serbestçe dolaşan maymunlara karşı, kapı ve pencerenizi de açık bırakmamanız gerekiyor. Özellikle akşamları, tek başınıza dolaşmanız tehlikeli olduğundan, size silahlı bir otel çalışanı eşlik ediyor. 
Otelin bush dinner konsepti var. Yani diğer otel misafirleri ile değil de, yine doğal bir ortamda, çalılıkların arasında, herkesten ayrı yemek yiyorsunuz. Açık büfe yemek, ateş ve tabi ki yerliler var. Akşam yemeğimizi bu şekilde aldık. Yemeğimizi yerken, birtakım sesler duyduk, nedir diye birbirimize baktık. Bir süre sonra kırmızı kıyafetlerinin içinde yerliler zıplayarak, yani aslında kendi danslarını yaparak yanımıza geldiler. O karanlığın içinde gerçekten farklı bir deneyim oldu. Onlarla beraber biz de zıpladık :)


Safari kısmında ise, gittiğimiz ilk gün yani Cuma günü otele yerleştikten sonra bir turumuz oldu. Bir de Cumartesi günü sabah gün doğumu ile. Üstü açık cipler ile bizim gibi birçok turist grubu ulusal parkta bir tarafa bir bu tarafa doğru gidiyorduk. Çünkü hayvanlar nerede ise biz orada olmalıydık. Şoförler sürekli birbirleri ile haberleşiyorlardı. Büyük beşin (aslan, fil, bufalo, leopar, su aygırı) tamamını göremedik belki ama bol bol ceylan, antilop, bufalo gördük. Çita ve fil de görme imkanımız oldu. 




Hepsi de biz yokmuşuz gibi davranıyorlardı. Hele çita bize resmen poz veriyordu.

En etkileyici sahnelerden biri de, sabahki safarimizde kahvaltısını yeni bitirmiş aslanların o şişkinlik ile ağır ağır yanımızdan geçip gitmeleriydi.


İnsanlar nankör denir ya, öyleyiz galiba, bu iki tur bize yetmişti, başka farklı birşey görmeyecek miyiz diye söylenmeye başlamıştık bile. :) Ve Cumartesi öğle yemeğinden sonra tekrar uzun bir yolculuğa çıktık, Nairobi'ye doğru.

Ne yazık ki, şehri görecek vaktimiz yoktu, belki de zaten birşey kaçırmıyorduk. Kaçırmamamız gereken birşey vardı, o da Carnivore isimli restoran. Adı üstünde, sadece et var bu restoranda. Aklınıza gelebilecek her türlü et çeşidi... Hatta hepsine uyumlu farklı soslarıyla beraber. Örneğin kuzu eti yiyecekseniz naneli bir sos öneriyorlar. 


Etler siz durmak isteyene kadar gelmeye devam ediyor: timsah, domuz, geyik, devekuşu etinden köfte, deve...Ben aralarından devekuşu etinden köfteyi beğendim.

Yemekten sonra yan tarafına diskosuna geçtik. Sanki bir zaman tünelinden geçmiştik. Dans eden insanlar, müzik, sanki 90'lardaydık :)

Pazar sabahı eve dönüş yolundaydık bile. Kısa ama dolu dolu geçen bu seyahatten de çok güzel anılarla döndüm. Bu tarz bir deneyimi Günay Afrika'da da yaşamak isterim sanırım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder