Yedi tepeli bir şehir Lizbon, İstanbul gibi...Sadece tepeleri
değil, içinden geçen Tejo nehri, iki yakayı birbirine bağlayan 25 Nisan
köprüsü, Boğaziçi'ni anımsattı bana. Kendine has çok özelliği var tabi, bir kere
gördüğüm kadarıyla başkent olmasına rağmen çok kalabalık değil. Düzenli, inişli çıkışlı yolları arnavut
kaldırımlı, binaları kendine has çini desenli. Tramvay ise şehrin ana simgelerinden.
Lizbon'a tepeden bakış |
Aslında Lizbon'u 1 gün gezseniz, şehir
hakkında genel bir fikre hemen sahip olabilirsiniz. Ancak rahatça dolaşıp,
şehri solumak, sokaklarını keşfetmek, çevresini hatta kuzeyde Porto şehrini de
görmek, güzel yemek ve şaraplarının tadına varabilmek için biraz daha uzun
kalmanızı öneririm.
Lizbon'a ilk gittiğinizde hatta gitmeden online olarak da Lizbon
kart alırsanız, hem ulaşım için, hem de birçok müze vb. yerlerin girişi için indirimli giriş
bileti alabilirsiniz.
Biz bir günümüzü Sintra kasabası ve Cabo da Roca'ya ayırdık.
Buralara Yellow Bus turistik otobüsleri ile 30€ civari ödeyerek rahatça
gidebilirsiniz. Rehberiniz sizi Plaça National'dan alıyor, otobüse götürüyor, 5
saatlik bir tur sonrası aynı yerde inmek istemezseniz de ana caddelerden birinde
bırakabiliyor.
Veya vaktim var, gezerek, tanıyarak giderim derseniz, tren ile de
gidebilirsiniz.
Sintra kasabası Lizbon'a 28 km. uzaklıkta. Etrafını çevreleyen
tepeler, çevresi, hem doğası hem de tipik özellikleri nedeniyle UNESCO Dünya
mirası listesinde. Yine doğası nedeniyle mikro kliması var. Hava çok fazla öngörülemiyor. Yani Lizbon'da güneş varsa, burada havanın yağmurlu olma ihtimali var.
Sintra kasabasından bir kare |
Sintra'ya tren Rossio istasyonundan kalkıyor. Son durak Sintra. 434 no'lu
otobüs ise kasabanın içinde ring sefer yapıyor. Pena sarayı'na da çıkıyor. Bu
bölgede hem bu minik ve sevimli kasabanın içinde dolaşabilirsiniz, Mağrip
Kalesi'ne çıkıp, surlarından Atlas okyanusunu görebilirsiniz, Pena Sarayı'na
ise zaten mutlaka gitmelisiniz.
Pena Sarayı bir tepeye konuşlanmış, renkli ve masalsı. Zaten
romantizmin örneklerinden. Dar, virajlı ama tabloyu andıran doğası ve evleriyle
görülesi bir yol, aslında bir park. Vardığınızda bir de minyatür bir otobüsle
sarayın girişine kadar çıkıyorsunuz.
Bu saray, kralın yazlık sarayı olarak biliniyor. Dışında hem Arap
esintileri, hem oymalar, hem de çiniler var. İçinde eşyalar muhafaza edilmiş,
kral ve kraliçenin özel eşyalarına kadar korunmuş, oymalı dolapları,
bibloları görülmeye değer.
Pena Sarayı |
Sintra'dan 403 no'lu otobüse binerek, Avrupa kıtasının en batı ucuna,
Cabo da Roca'ya ulaşıyorsunuz.
En batı noktasında denizden yaklaşık 140 mt yükseklikte olan
falezler ve bir deniz feneri var. Atlas okyanusunun kıyıya vuran azgın dalgaları, dalgaların sesi, manzara nefes kesici. Ancak kuvvetli rüzgarlar olabiliyor, dikkatlı olmakta fayda var. Bu arada turizm ofisinden Avrupa'nın en batı ucuna
geldiğinize dair bir sertifika da alabiliyorsunuz.
Cabo da Roca |
Cabo da Roca'dan tekrar Lizbon'a doğru yola çıktığınızda yine
süper bir manzara sizi bekliyor. Bir yanda Atlas okyanusunu,
kumsalı, denize neredeyse sıfır tek tük butik otelleri; diğer yanda Cascais ve
Estoril kasabalarından geçerken hayran kalacağınız milyon dolarlık malikaneler
ve aralarda yine ortaçağdan kalmış görkemli evler. Estoril'de Avrupa'nın en
büyük Casinosu bulunuyor. Seyahatinizde vaktiniz varsa, hele de bahar veya yaz
aylarında iseniz, buralarda da birer gece kalmanızı tavsiye ederim.
Lizbon söz konusu olduğunda ise, sokaklarında yürümek ayrı bir
keyif ama birkaç ana noktayı da görmeden dönmemelisiniz tabi.
Bunların başında, Alfama bölgesindeki St. George Kalesi
geliyor. Kaleye 28 numaralı tramvay ile çıkıp, dönüşte yürüyerek sokak
aralarından geze geze, küçük ve sevimli dükkanlara baka baka
inebilirsiniz. Şehrin birçok noktasından görünen bu kalenin, şehre tamamen
hakim bir manzarası var. Nehir, köprü, evler ayaklarınızın altında. Hava
güzelse banklarda oturup manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz.
Şehri yukarıdan görebileceğiniz diğer bir nokta ise Rua Agusta
üzerindeki Santa Justa asansörü. Bu asansör ayrıca Santa Justa caddesi ile
Carmo bölgesini birleştiriyor.
Bu arada biraz soluklanmak ve enerji almak isterseniz, bizim
yaptığımız gibi, Portekiz'e has o leziz turtalardan (belem de turta veya pastel
de nata) 1829'dan kalma bir pastane olan Confeiteria Nacional'de yiyebilirsiniz.
Sonraki durağınız Belem bölgesi olabilir. Burası artık bir kültür
bölgesi olarak geçiyor. Belem kalesi, Jeronimos Manastırı, deniz müzesi, modern sanat
müzesi burada.
Belem kalesi, nehir kıyısında ve UNESCO dünya mirası
listesinde. Aslında ilk zamanlarda nehrin ortasına düşman saldırılarını önlemek
için yapılan bu kale, 1700'ler deki depremle beraber nehrin yatağının
değişmesiyle karaya çok yaklaşmış. Küçük bir köprü ile içine girebiliyorsunuz.
Belem Kalesi |
Yine Tejo nehri kıyısında, Belem kalesinin biraz ilerisinde, Kaşifler Anıtı var. Çok eski bir eser değil ancak Lizbon'un simgelerinden.
Buradan sonra biz Deniz müzesi ile devam ettik. Bu müze iki bölümden oluşuyor. Bir tarafı ağırlıklı olarak geçmişten günümüze çeşitli savaş ve keşif gezilerinde kullanılmış gemi maketlerini içeriyor. Diğer taraf ise, yine farklı dönemlerde kullanılmış yelkenli ve seyir kayık ve teknelerinin asıllarını içeriyor.
Deniz müzesi |
Jeronimos Manastırı ise, Portekiz milli kahramanı, halk şairi, Camoes ve ünlü kaşif Vasco da Gama'nın mezarlarını barındırır.
Vasco da Gama'nın mezarı |
Yeme ve içmeden bahsetmeden olmaz. Lisbon'da mutlaka deniz ürünü yemeli ve şarapların tadına bakmalısınız.
Keyifli yemek yiyebileceğiniz Solar dos Presuntos'u tavsiye ederim. Herşey çok lezzetli ama özellikle başlangıçlardan sarımsaklı karidesi öneririm. Şarap menüsü için ipad'lerindeki listeyi incelemeniz gerekiyor :)
Önerebileceğim diğer yer ise Bebedouro wine bar. İçerisi oldukça küçük ama sevimli. Hava güzelse dışarıda da masaları var, oturabilirsiniz. Hem şarapları, hem yemekleri - belki başlangıçları demek daha doğru olur - nefis. Portekiz'in genelinde uskumru balığı çok meşhur, her türlüsünü bulabilirsiniz. Burada yediğim küçük bir porsiyon olarak sunulan doğal ekmek üzerindeki uskumru balığı da oldukça iyiydi. Bebedouro'nun sahipleri de oldukça neşeli, samimi insanlar.
Son olarak otel konusunda bir öneri: eğer butik bir otelde kalmak isterseniz kesinlikle Lisboa Carmo Hotel'i öneririm. Lizbon'un güzel bir bölgesi olan Carmo bölgesinde. Butiklerin, küçük restoranların olduğu bu bölgede, çoğu yere yürüyerek ulaşabilirsiniz...
Hala Avrupa'da bir yere gitmek istiyorum ama nereye diye düşünüyorsanız, Lizbon'u bir düşünün bence ;)
Hala Avrupa'da bir yere gitmek istiyorum ama nereye diye düşünüyorsanız, Lizbon'u bir düşünün bence ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder