9 Şubat 2014

Japonya - Tokyo

Japonya seyahatimi iki kere planladım, ancak üçüncüsünde gidebildim. Sanırım o nedenle ilk ayak bastığım anda "Japonya'dayım!" dediğimi çok net hatırlıyorum...:) Gezinin sonunda sadece gezdiğim, beğendiğim yerler değil, daha önce rastlamadığım bir kültür ve bir düzen var kesinlikle anılarımda yer eden...

Eğer ayarlayabiliyorsanız Japonya'ya kiraz ağaçlarının çiçek açtığı zaman gitmeniz gerekir, dünyanın pek çok yerinden ziyaretçiler sadece bu çiçek festivaline gelirler. Pembe ve beyaza bürünmüş ağaçlar, parklar muhteşem bir görüntü oluşturur. Her sene çiçeklenme zamanı kış koşullarına göre tahmin edilir, ama Mart sonundan Nisan sonuna kadar ideal zaman olarak gösterilir.
Biz Mart başı orada bulunduk ama yine de birkaç kiraz ağacını yakaladık.


Sakura

Japonya'daki rotamız Tokyo, Kyoto ve günübirlik bir tur ile Nara. Bunun için 8 gün planladık. Japonya'ya turistik gezi söz konusu ise 3 aya kadar vizesiz giriş yapılabiliyor, böylece biz de sadece seyahat planımıza odaklanabildik.

Tokyo, hem eskiyi hem yeniyi barındıran bir şehir. Diğer taraftan hem dinginlik veren yerleri hem düzenli bir kargaşası var.

THY'nin direkt seferi var Tokyo'ya, yaklaşık 11 saat sürüyor. Türkiye Japonya arasındaki saat farkı ise 7.

Havaalanından Narita Express adı verilen tren ile şehir merkezine ulaştık. Bundan sonrası biraz karışık aslında, çünkü latin alfabesi bazı yerlerde kullanılmıyor, kullanılsa bile birşey ifade etmeyebiliyor. Biz yolumuzu bulmakta bazı zamanlarda tamamen içgüdülerimiz ile hareket ettik, yanılmadık da. Onun dışında Japonlardan da yardım isteyebilirsiniz, oldukça kibar ve yardımsever insanlar. İngilizce bilmeseler bile en azından size yol gösterebilirler.


Acaba çıkış ne tarafta?! :)
Otelimiz, Shinjuku Prince, şehrin en canlı noktalarından birindeydi, adı üstünde Shinjuku bölgesinde. Odalar biraz (!) küçüktü ama ulaşım bakımından çok rahat ettik.
Uzun bir uçak yolculuğundan sonra, Tokyo'ya akşama doğru ulaştığımız için bu şehirdeki ilk deneyimlerimizden biri akşam yemeği oldu. Shibuya bölgesinde restoranların bolca bulunduğu bir mall'da Japon yemeklerine giriş yaptık. Ginza Lion restoranını seçtik. Japonya'da restoranların çoğunda bir vitrin var, sunulan yemeklerin plastik halleri, tabağınıza nasıl gelecekse o şekilde sergileniyor. Restoranda o anda yer yoktu ama bizi ayakta bekletmediler. Dışarda ufak sandalyeler vardı, orada oturup sıramızı bekledik.


Ginza Lion'un vitrini

Tokyo'da gezilecek yerlerin başında Imperial Palace geliyor. Hala hükümdar ve ailesi burada oturduğu için sadece Doğu bahçesi ziyarete açık.


Imperial Palace Doğu bahçesi

Turistler tarafından oldukça rağbet edilen diğer bir yer ise Asakusa bölgesi. Nakanzo-Dori isimli yaya yolu, sağlı, sollu dükkanlarla dolu. Hem alışveriş yapabilir, hem de atıştırmalık yiyecekler alabilirsiniz. Pirinç krakerleri, manchu isimli fasulye dolgulu hamura bayıldık. Nakanzo-Dori yolu Kannon Tapınağı'na çıkıyor. Kannon Tapınağı, diğer birçok tapınak gibi, gezilmekten öte, farklı ritüellere de evsahipliği yapıyor. Örneğin Tapınağın bahçesindeki hastalıkları iyileştirsin, iyi şans getirsin diye yapılan duman banyosu, yine dileğiniz gerçekleşsin diye, Buda heykeline dokunma veya iyi şans/kötü şans kağıtları gibi.


Kannon tapınağı bahçesi / duman banyosu



Ustalar manchu pişirirken

Ueno Park ve Tokyo Ulusal Müzesi'ne uğramanızı tavsiye ederim. Hele Ueno Park'a sakura (kiraz ağacı) zamanında giderseniz tam şenlik...
Tokyo Tower, Tokyo'nun Eyfel kulesi. Tokyo'yu 150 mt. yükseklikten seyredebilirsiniz. Bu kule Roppongi bölgesinde. Roppongi bölgesi gece hayatı bakımından oldukça hareketli. 
Yasukuni tapınağı, Japonya'nın iç savaşta ölmüş insanlara adadığı bir tapınak, çok huzurlu bir bahçesi var.


Yasukuni Tapınağı
Görmeniz gereken başka bir yer: Kiroshiwa - Karakuwo bahçeleri. Japonların ağaca, yeşile ne kadar önem verdiklerini burada gördüm. Bizdekinin aksine, ağaçları koruma altına alıyorlar. Bu bahçenin baharda çok güzel olduğuna eminim. Bu bahçeler öyle bir yerde ki, şehrin canlılığı ve bahçenin huzuru iç içe, çünkü Tokyo Dome (beyzbol stadyumu) ve Roller Coaster bu bahçeyi çevreliyor.



Alışveriş için Shibuya bölgesinin haricinde, Harajuku ve Aoyama bölgeleri var. Prada, Dior gibi dünyaca ünlü markaların herhalde en şık ve stil sahibi dükkanları burada. Aynı zamanda bu kadar modern mağazaların yanında, tipik Japon kültürünü yansıtan ürünlerin satıldığı birkaç dükkan da var. (Örneğin Oriental Bazaar) 
Bol bol hediyelik eşya alabilirsiniz...
Tokyo'nun en ünlü, en bilinen bölgesi ise Ginza. Sanırım Doğu'nun 5. caddesi de denilebilir buraya. Markalar, yüksek binalar, şık insanlar, oldukça nezih bir bölge. Akşamüstleri Chuo Dori caddesi araç trafiğine kapatılıyor. Keyifle yürüyebilirsiniz.
Teknoloji severler, Sony'nin binasını, alışveriş severler ise Mitsukoshi ve Matsuya mağazalarını görmeleri görmeleri gerekir.

Çocuklu olanlar veya çocuk kalanlar için Disneyland'a bir gün ayırın derim. Tokyo Disney Resort, adı altında iki farklı park var: Tokyo Disneyland & Tokyo Disney Sea. Amerika dışında açılan ilk Disneyland ve deniz temalı. Şehir merkezinden direkt otobüs ile ulaşabilirsiniz. Yalnız içeride görevliler neredeyse hiç İngilizce konuşmuyor, ilginç.






Son olarak, Japonların tuvalet kültüründen bahsetmeden edemeyeceğim. Görmüş olduğunuz bu çok detaylı tuvaleti ilk Tokyo'da gördüm! Kyoto'da daha da farklı birşey gördüm, o da Kyoto yazımda...







26 Ocak 2014

İtalya - Bolonya & Verona

Midemi mutlu eden şehir, Bolonya! Sadece bolonez soslu makarna -ki burada tagliatelle al ragu deniliyor- değil tabi, ne yersem yiyeyim, herşey mi lezzetli olur!

Kızıl binalarıyla, atmosferiyle, yemekleriyle, akşamüstü aldığımız aperitivolarla, dönerken aklımın kaldığı şehirlerden biri oldu.

Bolonya, İtalya'nın kuzeyindeki Emilia-Romagna bölgesinin merkez şehri. Gidiş kolay, çünkü THY'nin direkt uçuşu var. Biraz otel araştırmasından sonra, tren istasyonunun hemen karşısındaki Mercure Bologna Centro
otelinde karar kıldık. Bazı şehirlerde tren istasyonları çevresinde konaklamak güvenli olmasa da, Bolonya'da gayet rahattık. Dışarıdan öylesine bir bina ama sizi şehirden tamamen koparan bir avlusu var.
Şehir zaten küçük olduğu için, ulaşım için de rahat, merkeze ana caddesinden 15 dk'lık bir yürüyüş ile varabiliyorsunuz.

Bolonya'nın ana caddelerinden biri Via Independenza. Şehirdeki diğer cadde ve sokaklarda da olduğu gibi, burada da yürürken kemerler ile kaplanmış kaldırımlardan yürüyorsunuz. Yani hava yağmurluysa, hiç ıslanmadan alışverişinizi ve yürüyüşünüzü yapabiliyorsunuz.



Via Independenza üzerinden şehrin meşhur meydanı Piazza Maggiore'ye varıyorsunuz. Bu meydan, 15. yy'dan kalma, tam merkezinde Neptün heykeli ve çeşmesi var.

Piazza Maggiore
Meydanın etrafında bulunan Pietro ve Petronio bazilikalarını gezebilirsiniz. Özellikle Petronio bazilikası heybetiyle, içindeki büyük orgla ve yine içinden geçen meridyenle gezilmeye değer.

Piazza Maggiore'yi çevreleyen kemerlerden birine fısıltı duvarı deniyor. Burada ters köşelerde durup, duvara doğru konuştuğunuzda, çapraz kemerde duran kişi sizi duyabiliyor. Eğlenceli :)

Yine yürüme mesafesindeki, içinde lüks markaları barındıran Galleria Cavour'u; dar sokaklarında sağlı sollu, pastane, manav, şarküteri ve çiçekçiler bulunan Quadrilatero'yu gezmelisiniz. Hatta pastaneden taze ev yapımı makarnalardan alırsanız, hemen eve dönüşte midenizi mutlu etmeye devam edebilirsiniz.

Quadrilatero'dan bir görüntü

Bolonya'da 7. & 8. yy'da çok sayıda kule yapılmış ancak bugün yirmi tanesi ayakta. Bunlardan Asinelli kulesi en meşhuru. Ziyaretçiler 97 m. yükseklikteki kulenin tepesine çıkıp, şehrin kırmızı damlardan oluşan manzarasını seyredebilirler ama 498 tahta basamağı tırmanmaları gerekiyor! Hava çok açık olduğunda oldukça uzaktaki denizin ve Alplerin göründüğü söyleniyor.

Asinelli kulesi

Gelelim yeme içmeye: İtalya'nın genelinde olduğu gibi Bolonya'da da akşamüstü aperitivo kültürü var. Aperitivo'ya bir yemek çeşidi ya da şekli denilebilir. Alkollü-alkolsüz içki ile beraber atıştırmalık alıp, ister oturarak uzun uzun, ister ayaküstü arkadaşlarınızla sohbet edebileceğiniz bir ortam yaratıyor. En çok tercih edilen içkiler şarap, şampanya veya prosecco.
Biz aperitivoyu buranın en eski pastanesinde aldık, Gamberini'de.

Gamberini'de aperitivo

Bolonya'da özellikle aile restoranlarında yemek istedik. Bizzat denediğim, önerebileceğim restoranlar; Ristorante da Nello, La Traviata ve Trattoria il rosso. Yediğim herşey çok lezzetliydi!

La Traviata'da arka masamızda taze makarna yapılıyor

Bolonya bir buçuk günde gezilebilecek bir şehir. Eğer bizim gibi vaktiniz varsa trenle 50 dk. uzaklıktaki Verona'ya, Romeo ve Juliet'in şehrine günübirlik gitmenizi öneririm. Burası bir film seti adeta!
UNESCO tarafından belirlenen Dünya Mirasları listesinde.

Verona

Trenden inip yaklaşık 15. dk yürüdükten sonra zaten merkezine ulaşıyorsunuz. En çok ziyaret edilen yerlerin başında meydandaki Arena geliyor. Depremler, restorasyonlar görmüş ama ayakta kalabilmiş. Yaz aylarında opera ve konserlere ev sahipliği yapıyor.

Arena'nın yanından sağlı sollu dükkanlarla kaplı, araba trafiğine kapalı, dar sokaktan ilerleyip, Piazza Erbe'ye geliyorsunuz. Burada meydana bakan birçok restoran var. Bizim rastgele seçtiğimiz Ai Lamberti'de pizza denemeye değer.Sonrasında ise dondurma için Pretto!

Ve tabi ki, Juliet'in evi-balkonu! Her zaman turist akınına uğruyor. Birçok kişi kendilerinin ve sevdiklerinin isimlerini Juliet'in duvarı diye bilinen girişteki duvara yazıyor. Bu şekilde aşklarının sonsuza kadar süreceğine inanıyorlar. Yine duvara kısa aşk mektupları yazmak da geleneklerden bir tanesi.

Juliet'in balkonu
Verona'da ayrıca Scaliger köprüsünü ziyaret edip oradan nehri seyredebilirsiniz.

Sadece uzun bir haftasonu değil, biraz daha vaktim var derseniz, Parma'ya jambonu ve Modena'ya balzamik sirkesi için uğramaya değer.




11 Ocak 2014

Tayland - Bangkok & Pattaya (2)

Tayland turumuza devam ediyoruz. Pattaya'dan sonra istikamet Bangkok!

"Meleklerin kenti, tanrısal güçlerin yüce mekanı, hiç yenilmeyen büyük orduların, büyük ve önemli krallığın, dokuz soyluların ihtişamının, büyük saray ve yüce krallık yerleşiminin, tanrısal aşkınlığın ve yeniden doğan ruhların hüküm sürdüğü şehir"
Bu en uzun şehir ismi, sakinlerine pek kullanışlı gelmemiş belli ki, Bangkok denivermiş. 

Bangkok'da irili ufaklı yüzü aşkın Budist tapınağı var. Bunların arasında görülmesi gereken üç farklı tapınak var. Bunlardan ikisini bir güne sığdırmak mümkün.
İlk durağımız Wat Traimit: Aynı zamanda Altın Buda'nın tapınağı olarak da biliniyor. Dünyanın en büyük altın Buda'sına ev sahipliği yapıyor. 4 mt. uzunluğunda ve 5 ton ağırlığında. Yanlışlıkla 1955 yılında bulunmuş, yaklaşık 20 sene sonra altın olduğu düşürülüp kırılınca anlaşılmış.

Altın Buda

Aynı bahçenin içinde küçük bir tapınak daha var. Daha çok yardım işleri için birşeyler satılıyor. Burada bir Buda rahibi bileğimize aşk ve şans bilekliği bağladı. 9 gün boyunca çıkarmadık.

Aşk ve şans için

Sonraki durağımız Wat Pho: hem Bangkok'un en eski ve en büyük tapınağı, hem de masaj okulu. Meşhur olmasının bir diğer sebebi içinde 46 mt. uzunluğundaki yatan Buda'yı barındırması. Tapınağın seramik dekorasyonu harikaydı. Buranın bahçesi sıcak havanın ve yorgunluğun ortasında bir vaha gibi geldi bana. Birkaç dakika merdivenlerde oturdum ve bu huzur dolu anı yaşamak istedim .Kaç günün yorgunluğuna iyi geldi..

Bangkok'daki ilk akşam yemeğimizi Sukhumvit bölgesindeki Seafood Market'da yedik. Seafood Market'da çok çeşitli deniz ürünlerini çok ucuza yiyebiliyorsunuz. Önce bir hipermarketin balık bölümünü andıran tezgahlardan istediğiniz ürünü, istediğiniz miktarda alıyorsunuz. Yengeç, mavi yengeç, midye, istiridye, karides ve balık çeşitleri bunlardan bazıları.



Kasada ödemenizi yaptıktan sonra, garsona teslim ediyorsunuz. Masanıza oturduğunuzda ise, yine garsonunuza nasıl ve hangi sosla pişirilmesini istediğinizi söylüyorsunuz. Sonrasında ise iştahla yiyorsunuz :) Ambiyans olarak not versem bayağı düşük verirdim, çünkü hangar gibi ve çok aydınlıktı. Ancak değişik bir deneyim yaşattığından yine de tavsiye ederim.

Yemekten sonra Patpong'dayız. Bu bölgede her tarzda bar var. Ancak ben barlardan çok gece pazarını tavsiye ederim. Dar, tezgahlarla örülmüş bir sokakta, hem yerel ürünleri hem de aradığınız her markanın taklidini bulabilirsiniz. Pazarlık konusu ise ayrı bir deneyim. Bir ürünü yarı fiyatından daha da ucuza alabilirsiniz.

Bangkok'daki ikinci günümüz kanal turuyla başlıyor. Kanal boyunca hem derme çatma binalar, hem güzel evler hem de tapınaklar var.

Kanal kenarındaki evlerden biri

Kanal üzerinde küçük bir hayvanat bahçesinde duruyoruz: Snake Zoo. Turistik yılan şovları, maymunlar, iguanalar, tavus kuşlarını barındıran bu hayvanat bahçesini vaktiniz kısıtlıysa pek tavsiye etmiyorum. Özellikle Pattaya'daki hayvanat bahçesinden sonra biraz sönük kalıyor.

Kanal üzerinde biraz daha ilerledikten sonra, inanılmaz güzellikte, birçok Bangkok fotoğrafına konu olan Wat Arun tapınağına geliyoruz.

Wat Arun

Bu tapınak içi gezilebilen bir tapınak değil. Dışarıdan dik merdivenlerle çıkılıp, harika bir manzara seyrediyorsunuz. Tapınak çinileri ile ünlü, rengarenk.

Buradan sonra turdan ayrılıyoruz ve Jim Thompson'ın evine gidiyoruz. Dışarıdan baktığınızda normal bahçeli bir ev sanki. Hele olduğu bölgede, 3 farklı alışveriş merkezi var. Bunlar da birbirine yayalar için yapılmış tüplerle bağlı. Jim Thompson'ın evi ise bu karışıklık içinde bir vaha adeta.

Jim Thompson Evi'nde Buda'ya sunum

Jim Thompson kim peki? Amerikan askeri olarak Tayland'a gelir. Hayran kaldığı bu ülkede kalır, ipek ve pamuk işine girer. Ancak 60'lı yıllarda Malezya'da kaybolur. Sonrasında evi bir müze haline gelir. Evi tipik Tay evlerinin 6 tanesini yanyana koyulmasından oluşuyor. Her 30dk.'da bir rehberli ve farklı dillerde turlar var müzede.
JT, Oldukça ünlü ve kaliteli bir marka olmayı başarmış. Bahçede JT markalı ipek ürünlerin de bir satış mağazası var.

Bangkok'da mutlaka görülmesi gereken diğer bir yer ise Yüzen Çarşı. Bangkok'un dışında, kayıklara bineceğiniz bölgeye karayolu ile varıyorsunuz.

Yüzen çarşıya doğru

Yüzen çarşıda bir satıcı

Bir tur ile Tayland'a gelmemişseniz günübirlik bir tura da katılabilirsiniz. Sonrasında kayıklara binip, dar kanallardan geçip, etrafı seyredip, kanal etrafında satılan yiyecek, içecek, hediyelik eşya tezgahlarında kendinizi kaybediyorsunuz. Bazı satıcılar kayıklarında satıyorlar bu ürünlerini, diğer tezgahlar ise karada.

Bangkok da eski ve yeniyi bir şekilde barındıran şehirlerden biri. Tapınaklar var ama bir tarafta da gökdelenler var. Ve bu gökdelenlerin üst katlarındaki restoran ve barlar oldukça popüler.

Moon Bar'dan Bangkok

Biz Banyan Tree otelinin 52. katındaki Safran'da Tay yemeklerinin tadına baktıktan sonra, 59.kattaki terasta Vertigo & Moon Bar'da manzaranın tadını çıkardık. Burası olmasa bile başka bir teras barında birşeyler içmeden dönmeyin derim.

Yoğun bir günün yorgunluğunu atmak ama aynı zamanda ılık bir havanın da keyfini çıkarmak isterseniz, Mandarin Oriental otelinin nehir kıyısındaki terası da tam size göre olabilir. Kokteylleri bir harika.
Jazz dinlemek isterseniz, yine otelin içinde hemen yan taraftaki bara da uğrayabilirsiniz.



Tayland programınıza adaları da dahil etmenizi öneririm. Bu arada da söylemiş miydim, Tayland'a vize yok! ;)

27 Aralık 2013

İlginç bir Yılbaşı Geleneği

Yeni yıla girmemize çok az kaldı!

Yeni bir yıla nasıl girersen, öyle geçer inanışıyla birçoğumuz, 31 Aralık'ta tam 12:00'de hoplayıp, zıplarken, sevdiklerimize iyi dilekler sunarken, aynı zamanda da bütün yılın güzel geçmesi için farklı şeyler deneriz. Örneğin;

Bütün yıl yeni kıyafetlerle donanmak için kırmızı çamaşır giyilmesi gerektiğine inanılır :)
Bolluk bereket için kapının dışında nar kırılır. Veya tam 12'de şampanya patlatılır, tüm yıl mutlu olmak için kahkahalar atılabilir vs...

Farklı kültürlerde, farklı yeni yıl gelenekleri var. Ancak bir tanesi var ki, çok ilginç buldum, seyahat severlerle paylaşmak isterim:

Latin Amerika'da Meksika, Kolombiya gibi ülkelerde insanlar, tüm yılın seyahat ile dolu olması için gece yarısı boş bir bavul alıp, dışarıda, evin çevresinde veya ne kadar mesafe yapmak isteniyorsa evin çevresindeki o kadar sokakta dolaşıyorlar. Ya da, bütün bavulları bir odanın ortasında toplayıp, etrafında birkaç kez dönüyorlar!


Kim bilir belki de denemek lazım :)


Hepimize bol keyifli seyahatlerle dolu bir 2014 dilerim!




22 Aralık 2013

Tayland - Bangkok & Pattaya (1)

Tayland - özellikle de çok kalabalık olduğundan Bangkok -  için ya seversin, ya da nefret edersin demişler.
Ben ise gördüğüm kadarıyla sevdim Tayland'ı; egzotik olmasını, yemeklerini, denizini, masajını. Ayrıca bir o kadar da ucuz olmasını.

Tayland'a kadar, tur acentası ile bir gezim olmamıştı, ama şartlar o dönem ona uygun olduğu için, bu şekilde bir tura katıldım. Hem fiyat hem de ulaşım konularında artıları var ancak, seyahat öncesi araştıran, ziyaret edilecek yerlerin listesini yapan, okuyan ben için, tur biraz beklentinin altında kaldı. Herhalde çok mecbur kalmadıkça, bir seyahat boyunca tura dahil olmam, bireysel turlarıma devam ederim diye düşünüyorum.

İstanbul'dan 9 saatlik direkt bir uçuşla Bangkok'a varıyorsunuz. Bangkok havalimanı büyük, hem içi hem de dışı çok yeşil ve çiçekli. Bugüne kadar gördüğüm en güzel havalimanlarından biri. Duty free açısından da çok zengin bu havalimanı, dönüşte vaktiniz varsa birçok ünlü markanın ürünlerine - uçağınıza geç kalma pahasına, - kendi mağazalarında bakabilirsiniz.

Turumuzun ilk bölümü Pattaya. Bangkok ve Pattaya arası karayoluyla yaklaşık 2 saat.
Bu arada söylemeden edemeyeceğim, Pattaya denince akla farklı şeyler gelse de, ben yapmaya değer birçok farklı şey buldum.

Bunlardan ilki Tayland'ın geri kalanında da rahatlıkla yaptırabileceğiniz masajlar. Ancak yeri gerçekten çok iyi seçmek, her önünüze gelen masaj salonuna girmemeniz gerekiyor. Zira kendinizi çok farklı bir ortamda da bulabilirsiniz! Masaj için kesinlikle Health Land Spa'yı öneririm. Hem temiz, hem tek işi bu. Thai masajı (geleneksel kıyafetlerle yapılan strechinge dayalı bir masaj türü) ve aromaterapiyi şiddetle tavsiye ederim. Üstelik fiyatları o kadar uygun ki. Ne kadar mı uygun: Thai masajı 2 saat 15$!

Pattaya'nın içindeki deniz temiz olsa da, yüzmekten keyif alacağınız bir deniz değil. İki farklı koy var bu şehirde ama ikisi de bence birbirinden kötü. Bu nedenle Mercan adası günübirlik turları çok rağbet görüyor. Sürat tekneleri ile yaklaşık 20 dk.sonunda bu adaya varılıyor. Deniz gerçekten de çok temiz, kum beyaz, plajın arka kısmı ağaçlarla kaplı. Burada gerçekten tropik bir yerde olduğunuzu anlıyorsunuz. Bir Şubat ayında (uzakdoğu seyahatleriniz için en ideali kış mevsimidir - arada kısa sağanaklar olabilir ama ardından çıkan güneş anında bu yağmuru unutturur) Türkiye üşürken, biz sıcak kumlardan serin sulara atlıyoruz. Burada med cezir'e de kendi gözlerimiz ile tanık olduk. Yüzdüğümüz yerde, akşamüstü yürüyorduk :)



 
Deniz çekildikten sonra


Fil safarisi yapılması gereken ayrı bir aktivite. Pattaya'nın biraz dışındaki çiftlik vari yerde, bir filin üzerinde 1 saat geçirmek, ona dokunmak, patates tarlalarının, palmiye ağaçlarının içinden ağır ağır geçip, etrafı seyretmek büyüleyici. Yağmur yağarsa da etkilenmiyorsunuz, çünkü size kocaman bir şemsiye veriyorlar :) Bu çiftlikte safari sonrası ilk defa denediğim yiyecekler de oldu. Biri hindistancevizi içindeki,
hindistancevizi aromalı dondurma, diğeri de soğansı bir tadı olan bir meyve: durian. Bence denemeseniz de olur :)

Fil safarisi

Sadece ben değil, Trip Advisor'da diyor, mutlaka Sriracha Hayvanat Bahçesi'ni görün! Biz burayı turdan bağımsız olarak ziyaret ettik. Otelden bu turu satın aldık. (Ulaşım ve giriş dahil, ayarlaması çok kolay) Birçok hayvan var burada, ama ağırlıklı olarak irili ufaklı birçok kaplan. İster uzaktan seyredin, ister uyuşturulmuş olan kaplanların kafesine girip onlarla fotoğraf çektirin veya yavru bir kaplanı kucağınızda besleyin. Tarif edilemez bir his! Ne yazık ki, günün sonunda hepsi bu kafeslerde hapis oldukları için üzülmeden edemedim...

Kimbilir neler düşünüyor...

Hiç korkmadım :)

Benim olabilir mi!

Son olarak, bana hitap etmese de görmeden dönemeyeceğim bir yer vardı Pattaya'da: Walking Street.
Walking street çok kozmopolit. Her milleten, her yaştan insan var. Bir de orta yaşlı Avrupalı/Amerikalı adamlar ile genç Thai kız kombinasyonları var.

Uzakdoğu'nun Londra'sı :)

Sokak, bir nevi bizim Bodrum, Alanya çarşı içi gibi. Trafiğe kapalı. Bir yanda restoranlar, bir yanda hediyelik eşya dükkanları, bir yanda go-go barlar. Barlar çok rağbet görüyor.




Şehrin içinde temel ulaşım aracı tuk tuk. Pattaya'daki tuk tuklarda minibüsün arkasında açık bir alanda gidiyorsunuz. Fazla para verdiyseniz, ilk anda bizim yaptığımız gibi, kimse size bu ücret fazla üstünü alın demiyor. Hiç şüphesiz en düşük ücreti uzatmanız lazım...

Pattaya'dan çok ucuza başta envai çeşit fil olmak üzere çeşitli hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz. Ayrıca yine çok ucuza birçok tropik meyveyi tadabilir, bol bol deniz ürünü ama en çok karides yiyebilirsiniz...(kolesterole dikkat!)

Bangkok ayrı bir yazıda...



14 Aralık 2013

Seyahatinizde hayatınızı kolaylaştıracak uygulamalar

Hazırlıktı, bavuldu, uçak saatiydi, havaalanı otel transferi derken, bazen daha destinasyona ulaşmadan yoruluyorsunuz bile. Bu sırada size yardımcı olan zaten çok fazla kaynak var aslında ama seyahatiniz sırasında da hayatınız kolaylaştıracak birkaç uygulama var.

1-  City Maps 2Go: Harita uygulaması. En büyük özelliği offline çalışması.
Uygulama hem iTunes'da ($ 2,99), hem de Android markette (ücretsiz) var. Yükledikten sonra istediğiniz şehri seçiyorsunuz ve tüm şehirlerin haritaları elinizin altında! Eklediğiniz haritalara ayrıca ücret ödemiyorsunuz. Gitmek istediğiniz yerleri seçin, pin koyun, hatta ilgili özelliği satın aldığınız takdirde, görmek istediğiniz nokta ile ilgili Vikipedi'dan detaylı bilgilerini de görün.

2- AllSubway: Artık harita taşımıyorsunuz. Bunun yanında bir metro haritası da taşımanız gerekmiyor artık.
Bir şehrin metro haritasını yükledikten sonra, 3G veya wi-fi'ya gerek duymuyorsunuz!
Uygulama iTunes'da $ 0,99, Android markette ise ücretsiz.

3- Trip Advisor: Seyahatinizi planlarken, otel veya restoran yorumlarını bu siteden aldınız. Ama Trip Advisor bununla yetinmiyor. Seyahatiniz sırasında da sizi yalnız bırakmıyor. Bir restoran buldunuz ama nasıldır diye mi düşündünüz. O zaman hemen Trip Advisor'a soruyorsunuz, o sizi yönlendiriyor.
Bu uygulamayı ben en son Bolonya seyahatimde kullandım, tercihim aile restoranlarını bulmaktı, tüm seçimlerimi doğru yapmamı sağladı.
Uygulama hem iTunes'da hem de Android markette ücretsiz.

4- Yelp: Bu uygulama da Trip Advisor görevini görmekte. Uygulama hem iTunes'da hem de Android markette ücretsiz.

5- XE Currency: Para birimi dönüştürücüsü. Bu uygulama da offline çalışıyor.
Uygulama hem iTunes'da hem de Android markette ücretsiz. Ekranın en üstünde dönüştürmek istediğiniz para birimi oluyor. Miktarı yazıp, enter yaptığınız zaman, 4 farklı para biriminde yazdığınız miktarı görebiliyorsunuz. Böylelikle özellikle alışverişlerde hesap makinesi bağımlılığı sona eriyor.

Ve son olarak kimbilir belki birçoğumuzun sorununu çözecek bir uygulama var: Cloo!
Buyrun seyredin :)



8 Aralık 2013

Kenya - Masai Mara & Nairobi


Safari...O vahşi hayvanları yerinde görmek, yanınızdan geçip gitmelerini seyretmek...Şu anda o hisse sadece heyecan desem o kadar az kalır ki, hayranlığı da eklesek belki biraz daha anlam kazanır. Şunu belirtmem gerekir ki, gerçekten her insanın yaşaması gereken bir deneyim bu.

Ben bu deneyimi Kenya'da yaşadım. (Eğer Temmuz ve Eylül ayları arasında gidebilirseniz, Tanzanya Serengeti'den Kenya Masai Mara'ya doğru olan büyük göçe tanıklık edebilirsiniz.)

Kenya'ya, daha doğrusu Safari'ye bir ön hazırlık gerekiyor. Hastalıklara, sivri sineklere (Haziran ayında bir tane sivri sinek görmedim) karşı önlem almak gerekiyor. Öncelikle sarı humma aşısı olmanız gerekiyor. Bunu İstanbul'da  ya Atatürk Havalimanı Sağlık Denetleme Merkezi Baştabibliği ya da Karaköy Sahil Sağlık Denetleme Merkezi'nde olabiliyorsunuz. Aşı, iğne, denince karnım ağrımaya başlar ama merak etmeyin hiç acımıyor :) Bu aşı 10 sene geçerli, size bir karne bile veriyorlar. 
Sadece aşı da yetmiyor, seyahat öncesinde ve orada da sıtma hapı almanız gerekiyor.
Bavulunuzu hazırlarken ise çok şart olmamakla birlikte, daha çok pastel renklerde, uzun kollu, rahat kıyafetler götürülmesi öneriliyor.

Hazırlıklar tamamlandı, Haziran ayının bir Perşembe gecesi Nairobi'ye doğru hareket ettik. Uçuş yaklaşık 7 saat sürüyor. Nairobi'den Masai Mara Ulusal Parkı'na küçük uçaklarla uçmak aslında daha mantıklı ancak biz karayolunu seçtik. Yolculuğumuz 5 saat sürdü, bu 5 saatin belki de 3 saati, karayolu olduğuna dair hiçbir belirti olmayan yollar üstünde geçti. Hatta sonlara doğru bol bol çukurlar da atlattık, sadece bir düzlükten geçiyorduk ve sorumuz şuydu biz nereye gidiyorduk? Bu kadar sarsıntılı uzun bir yolculuktan sonra gerçekten bizi bir vaha karşılamalıydı. 

Vahadan önce bizi zebralar karşıladı. Bu birdenbire karşımıza çıkan, koşturan hatta bir ara yol vermek zorunda kaldığımız zebra sürüsünü çığlıkla atlattık. Gerçekten inanılmazdı, çok heyecanlıydı, tamamen kendi doğal ortamlarında, serbesttiler ve bizimle ilgilenmiyorlardı bile!


 Sonrasında ise zürafalar, ne kadar da sakindiler...


Bu ilk şoktan sonra, o çöl vari toprak parçasından birdenbire bir yeşilliğin görünmesi ikinci şoktu. Gerçekten bu zahmetli yolculuğa değmişti. Sonunda Keekorok Logde'daydık. Doğanın gerçekten ortasında olan bu lodge'da, bungalovlar var, bir de sizi sınırlayan ne bir duvar, ne de bir çit. Bu yüzden kendi kendinize etrafı keşfetmemeniz için özellikle uyarıyorlar. Ve de serbestçe dolaşan maymunlara karşı, kapı ve pencerenizi de açık bırakmamanız gerekiyor. Özellikle akşamları, tek başınıza dolaşmanız tehlikeli olduğundan, size silahlı bir otel çalışanı eşlik ediyor. 
Otelin bush dinner konsepti var. Yani diğer otel misafirleri ile değil de, yine doğal bir ortamda, çalılıkların arasında, herkesten ayrı yemek yiyorsunuz. Açık büfe yemek, ateş ve tabi ki yerliler var. Akşam yemeğimizi bu şekilde aldık. Yemeğimizi yerken, birtakım sesler duyduk, nedir diye birbirimize baktık. Bir süre sonra kırmızı kıyafetlerinin içinde yerliler zıplayarak, yani aslında kendi danslarını yaparak yanımıza geldiler. O karanlığın içinde gerçekten farklı bir deneyim oldu. Onlarla beraber biz de zıpladık :)


Safari kısmında ise, gittiğimiz ilk gün yani Cuma günü otele yerleştikten sonra bir turumuz oldu. Bir de Cumartesi günü sabah gün doğumu ile. Üstü açık cipler ile bizim gibi birçok turist grubu ulusal parkta bir tarafa bir bu tarafa doğru gidiyorduk. Çünkü hayvanlar nerede ise biz orada olmalıydık. Şoförler sürekli birbirleri ile haberleşiyorlardı. Büyük beşin (aslan, fil, bufalo, leopar, su aygırı) tamamını göremedik belki ama bol bol ceylan, antilop, bufalo gördük. Çita ve fil de görme imkanımız oldu. 




Hepsi de biz yokmuşuz gibi davranıyorlardı. Hele çita bize resmen poz veriyordu.

En etkileyici sahnelerden biri de, sabahki safarimizde kahvaltısını yeni bitirmiş aslanların o şişkinlik ile ağır ağır yanımızdan geçip gitmeleriydi.


İnsanlar nankör denir ya, öyleyiz galiba, bu iki tur bize yetmişti, başka farklı birşey görmeyecek miyiz diye söylenmeye başlamıştık bile. :) Ve Cumartesi öğle yemeğinden sonra tekrar uzun bir yolculuğa çıktık, Nairobi'ye doğru.

Ne yazık ki, şehri görecek vaktimiz yoktu, belki de zaten birşey kaçırmıyorduk. Kaçırmamamız gereken birşey vardı, o da Carnivore isimli restoran. Adı üstünde, sadece et var bu restoranda. Aklınıza gelebilecek her türlü et çeşidi... Hatta hepsine uyumlu farklı soslarıyla beraber. Örneğin kuzu eti yiyecekseniz naneli bir sos öneriyorlar. 


Etler siz durmak isteyene kadar gelmeye devam ediyor: timsah, domuz, geyik, devekuşu etinden köfte, deve...Ben aralarından devekuşu etinden köfteyi beğendim.

Yemekten sonra yan tarafına diskosuna geçtik. Sanki bir zaman tünelinden geçmiştik. Dans eden insanlar, müzik, sanki 90'lardaydık :)

Pazar sabahı eve dönüş yolundaydık bile. Kısa ama dolu dolu geçen bu seyahatten de çok güzel anılarla döndüm. Bu tarz bir deneyimi Günay Afrika'da da yaşamak isterim sanırım...